Yasa'ya karşı hile yapmak

Yasanın öngördüğü hükümleri, icapları yerine getirmemek için yapılan oyunlar tarihimizde çok ilginç örneklere sahiptir. İslâm’ın “Halifesi” olan padişahların yönettiği Osmanlılar, şeriatın işlerine gelmeyen emirlerine uymamayı, normal bir usül haline dönüştürmekte hayli başarılıdırlar. Buna o günlerde “Hile-i Şeriye” denilirdi. Bu bağlamda birkaç örnek vererek konumuza açıklık getirelim.

Osmanlı İmparatorluğunda bireylerin can ve mal güvenliği yoktu. Klasik deyimiyle arazi-bina vb gibi taşınır-taşınmaz mallar Padişah’ın “mülk”ü sayılır ve onun bir emriyle kullananların elinden alınabilir, kullananlar öldürülebilir. Malları başkalarına verilebilirdi. Osmanlı vatandaşlarının mülk edinme hakkı ve can ve mal güvencesi Tanzimat’tan sonra güven altına alınmıştır.

Mal ve para sahipleri ailelerine ellerindeki varlıkları bırakabilmek için buldukları “Hile-i Şeriye” “vakıf” oluşturmak, varlıklarının bir bölümünü camii, çeşme vb gibi hayrata vakfederken, bu vakfın eş ve çocuklarına muntazam bir gelir kaynağı haline dönüştürülmesini de sağlamışlardır. Şeriata karşı şike yapılmıştır.

İlginç bir başka örnekte “Hülle” yöntemidir. Osmanlı döneminde aile kurumu kocanın ağzına bakardı. O’nun, eşine, “Boş ol” demesiyle iş biterdi. Boşandığı kadınla yeniden evlenebilirdi. Ama bunun şeriatça yasaklandığı bir hali de vardı. Şöyle ki erkek eşine “Şart olsun üçten dokuza seni boşadım” derse pişman da olsa o kadınla tekrar evlenemezdi. Bunun yöntemi ise eski hanımın bir başkası ile evlenip boşanmasıydı. Bu danışıklı evliliğe “Hülle” denilir, bu işe talip olan da “Hülleci diye adlandırılırdı. Yanlış hatırlamıyorsam, Musahipzade’nin bu konuyu işleyen, Vasfi Rıza Zobu ve Bedia Muvahiddin, İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelenen bir oyunu da vardı.

Bu iki örneğe yeni kuşaklar için yer verdim. “Dindar Nesil” yetiştireceğiz diyen engin ilahiyat bilgisi sahibi Başbakanımızın, dindarlığın bir kriterinin de “şeriat” diye bilinen “İslami Hukuk” düzenine bağlılık demek olduğunu bilmemesi söz konusu değildir. Ner var ki çağın gereği padişah’ın Halife olduğu Osmanlı Devleti, Cevdet Paşa’nın oluşturduğu “Mecelle” diye bilinen çoğul bir “Medeni Hukuk” adımını çekinmemiştir.

Bugün Türkiye'de birçok kurum tam anlamıyla kaos içindedir ve bu kaos’u yaratanlar şaşkınları oynamaktadır. Kabul etmek gerekir ki Tarikatlar koalisyonuna dayanarak gelinebilecek nokta budur. Yargı ve polis, ABD’de mukim bir cemaatin emir kumanda zincirine bağlıdır. Bu cemaat “Deccal” diye nitelediği Gazi’nin kurduğu Cumhuriyeti hedef almıştır. Pensilvanya’daki, mevcut T.C hükümetine, savaş ilan etmiştir. Bu konumda RTE ya “T.C Hükümetinin Başbakanı” olduğunu anımsayacak ya da Zaman’da yazıldığı gibi “Bir Başbakanımız vardı” maddesindeki gibi sinecektir.

Sorun, bir ay önce altını çizdiğim “Ya Kuzgun Leşe Ya Devlet Başa” noktasına gelmiştir. Bu kritik noktada Silivri’de, Hasdal’da hapis yatan tüm güçlere ihtiyaç vardır. RTE asıl darbecinin kim olduğunu sanırım nihayet fark etmiştir. Ciddi sağlık sorunlarına karşın, bu cemaat virüsünü yendiği gün Türkiye Cumhuriyeti adına en “Hayırlı” işi gerçekleştirecektir.

Hepimizin, yaşamımızda, şu ya da bu şekilde gördüğümüzü zannettiğim aşağıdaki tümcenin derin anlamını bir kez daha düşünmemizin zamanı gelmiştir: “Hayatta En Hakiki Murşit İlimdir”. Zor günleri aşacağız. Buna mecburuz… Yargı sistemimizi düzeltmek, MİT yasasına birkaç madde eklemekle sınırlanamaz. Bu, bir yerde, MİT’i kurtarır. Fakat, unutmayalım ki cemaat gücünü korumak için hayal bile edilemeyecek çılgınlıklara hazırdır. Bu bağlamda birinci adım yargıdaki bu ayrıcalıklı yetkiyi kaldırma şarttır. Yapılmazsa hedefteki kişinin adını veremem, ama sizler tahmin edebilirsiniz. Bu bağlamda küçük bir tereddüt kanlı olaylara gebe olabilir.

RTE ve AKP’lilerin partilerini ayakta tutabilmeleri bu durumun ciddiyetini kavramalarına bağlıdır. RTE sayısız kumandanı cemaatin “Özel Yetkili” yargısına tutuklatırken iktidarını güven altına aldığını zannediyordu. Şimdi, ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşurken, Pensilvanya’dan acımasız bir tehditle karşılaşmış durumdadır. Beklenen üstü örtülü saray darbesi mi gerçekleşecek… Yoksa Erbakan Hoca’nın deyişiyle “Kadayıfın altı pişti… Bilmem bundan sonrası kanlı mı olacak, kansız mı”… Unutmayalım bu 1970’lerden beri pişirilen bir kadayıftır. Özal’dan, RTE’ye kadar herkes ocağın altındaki ateşi körüklemiştir.

Tarih, merhametli “Brütüs”lere tanık olmamıştır.