Hangi Sol? TEVFİK ÇAVDAR

SERMAYE "SOL PARTİ" ARAYIŞINDA: 4

Devrim Sevimay'ın "Milliyet" gazetesindeki dizisi on gün sürdü. Öncede belirtiğimiz gibi çözüm yolu arayanların "ortanın soluna" yeniden hayat vermenin ötesinde bir amaçları, diziyi oluşturan Sevimay'ın sık sık yinelediği gibi "Altın formülleri" yoktu. Yanlış bir sol tanımına takılarak AKP'ye bir alternatif yaratmaktan öteye bir umarları bulunmuyordu. AKP'ye niye karşı oldukları da belirsiz. Türban'a mı karşılar yoksa genelleşen içki yasağına mı? Bunun da ötesinde Türkiye'yi felaketin eşiğine getiren krizden de bihaberlerle küresel sermayenin ülkeyi istila etmesi, kamu mülklerinin talanı, özelleştirme gündemlerinde değil. ABD ve AB'nin neredeyse uydusu haline gelmemiz, NATO ve onun gelecekte başımıza açacağı sorunlara değinilmiyor. O halde bu kadar ünlü (?) siyasetçi ve akademisyen, platform oluşturan sendikacılar hangi soruna çözüm yolu arıyorlar? Ne yazık ki sonuç, eskilerin deyimiyle: "sıfıra sıfır elde var sıfır". Fakat içeriği bakımından ihmal edilebilecek olan bu dizinin sol siyaseti yanlış bir kulvara oturtmaktan ileri gelen tahribatı ise büyük.

"Hangi Sol" tartışması Türkiye'de sürekli gündem de tutulmuştur. Bunun nedeni Marksist, Bilimsel sosyalizme dayalı siyasal girişimlerin daima yasaklanması, akla gelebilecek her türlü yöntemle baskı altında tutulmasıdır. Bu baskılar o boyutlara ulaşmıştır ki kibrit kutularının üzerinde ki resimde "Stalin" resmi aramalar G harfini orak - çekice benzetmeler bile yapılmıştır. Rus salataları Amerikan salatasına dönüşmüş Sosyalizm sözcüğünün ilk hecesi olan "Sos"dan bile ürkülmüştür. Bu zaman zaman mizahi boyutlara uzanan baskı, ülkede, anti-sovyetizm'le birlikte sürüp gitmiştir.

Kısaca değindiğimiz nedenler, 1960 sonrasına kadar sürmüş, Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşu Aybar, Boran ve arkadaşlarının uğraşları ile "Sosyalizm" gündeme gelmiştir. Fakat ABD'nin arkaladığı sağ ve gerici iktidarlar, ordunun da desteğiyle Sosyalist Partileri kapatmış, devrimci gençler öldürülmüş, Sovyetler'in sönümlenmesinden sonra da bir dönemin solcu militanları sermayenin kuyruğuna yapışmışlardır.

Bugün, "liberal sol", "Kemalist sol", "ulusal sol", "demokratik sol", "sosyal demokrasi" vb. gibi kişilerin partilerin meşreplerine göre kullanılan garip ve de sol olmayan kavramlar ortaya salınmış durumda. Oysa sol dediğimiz zaman karşımıza, ezilenlerin, sömürülenlerin tarih süreci içerisinde savaşımlarını, utopik sosyalistlerin bilimsel sosyalizmin birikimlerini, sosyalizm doğrultusundaki tüm devrimci kazanımları, Marksizm öğretisini kendisine rehber kabul eden, kolektif refahı hedefleyen devrimci siyaseti izleyen hareketler karşımıza çıkmaktadır. Sol Partiler kol ve düşün emekçilerine, ve onların oluşturduğu sınıfa dayanarak uzlaşmacı olmadan, her durumda emekten yana tavrını ortaya koyar. Sosyalist ve komünist partilerin tek hedefi budur. Bu tanım bağlamında, Türkiye'nin içinde boğulmakta ve tüm kazanımlarını yitirmekte olduğu krizin tanımını yaparak çözüm önerilerini oluştururlar. 1908 de başlayan "Türk Inkılabı" yüzüncü yılını idrak ettiği 2008'de tam anlamıyla bir çözülme aşamasındadır. Kapitalizme ve Emperyalizme meydan okuyan, dört yıllık bir mücadele sonunda kazanılan utku ne yazık ki 1923 İzmir İktisat Kongresi ile ekonomik liberalizme yani "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" anlayışına teslim olmuştur. 1924 Mart'ında Halifeliğin ve Şeriye Vekaletinin kaldırılması ile atılan laik adım kısa sürede aşınmıştır. Feodalite ile mücadele edilmemiş Güney Doğu ve Doğu Anadolu'nun yoksul halkı aşiret reisleri, ağalar ve şıhların eline bırakılmıştır. Üstelik Cumhuriyet hükümetleri bu aşiret reisleri ile zımni bir ittifak içinde ülkeyi yönetmişlerdir. Devletçilik kamu hizmeti ve kolektif yarar doğrultusunda işlememiş zengin yaratma doğrultusunda kullanılmıştır. Nazım Usta'nın şiirlerinde altını çizdiği gibi. Türkiye'de hiçbir sermayedar devletin desteği olmadan ilk sermaye birikimini sağlayamamıştır. Eğitim, sağlık yüzyıllık inkılap sürecinde gerçek boyutta hizmet sunamamıştır. Demokrasi diye övünülen atılım tek yönlü, yanı sermayenin isterleri doğrultusunda işletilmiştir. 1945'den sonra hem dış politikada, hem ekonomik siyasette ABD ve kapitalist blokun doğrultusuna girilmiş, NATO üyesi olarak uluslararası kapitalist düzenin uç beyi olunmuştur.

Turgut Özal'ın öncülüğünde ve askerin desteği ile Türkiye, Gatt, Gats, Mai vb andlaşmalarla güvence altına alınan küreselleşen sermaye ile özdeşleşme sürecine girmiş ve 2008'in dehşet verici görünümüne ulaşmıştır. Bu görünümün ana öğelerini şöyle sıralaybiliriz.

 Türkiye ticari ve finansal serbesti ile ekonomik bir istilaya uğramıştır.
 Kamu varlıkları özelleştirme ya da başka bahanelerle yok pahasına yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmiştir.
 Yoksulluk, açlık, işsizlik bir çığ gibi büyümüştür.
 Cumhuriyetin önde gelen kazanımı olan bağımsızlık eğilimi, tutkusu unutturulmuştur.
 Laiklik gerici saldırılarla geriletilmiştir.
 Bugün ülkemiz, dış, iç, ekonomi, hukuk, kültür ve aklınıza ne gelirse tüm kurum ve kuralları ile küreselmiş kapitalist düzene bağımlıdır.
 Ege ordusu dışında silahlı güçlerimiz NATO kumandasına bağlıdır.
 Kendi halklarının anayasasını reddettiği geleceği meçhul Avrupa Birliği'ne katılmak için her tavizi vermeye hazır partiler siyasete egemendir.
 Finans sistemi neredeyse bütünüyle yabancı sermayenin eline geçmiştir.
 Piyasayı "kitabı mukaddes", " kârı tanrısal bir vahiy" kabul eden din bezirganı acemiler mangası ülkeyi uçuruma sürüklemektedir.

Bu olgular 2008 Türkiyesinin resminin ancak bir bölümünü oluşturmaktadır. On gün süren sözde "sol'da çözüm arayan" söyleşi dizisi bu saptamaların hangisini ele alıp irdelemiştir? Yanıt "hiçbiri"dir.

O halde gelin sosyalistlerin, Marksist öğreti ve bilimsel sosyalizmin aydınlığıyla hareket eden sol siyasetin çözüm için atması gereken ilk adımlara bir göz atalım:

 Birinci adımda ülkedeki tüm üretici güçlerin envanteri yapılmalıdır. Emekten en küçük torna tezgahına kadar üretim araçlarının tam kullanımını yaşama geçirerek ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam kalkınma planı kapsamında, yeniden düzenlenmelidir.
 Ticari ve finansal serbesti kamusal (kolektif) yarar adına kısıtlanmalıdır.
 Piyasa denetlenmeli ve sadece kolektif refahı tehdit etmeyecek, üretim güçlerinin sektörler arası dağılını etkilemeyecek boyuta indirgenmelidir.
 Kolektif yararı azamileştirecek sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve kültür piyasa mekanizmasının dışına çıkarılarak hizmete bedelsiz sunulmalıdır.
 Yıllık yaratılan artı değerin (Ülkesel Gelir) dağılımı kolektif yarar merkezi plan doğrultusunda gerçekleştirilmelidir.
 Küreselleşmenin, emperyalizmin yeni aşaması olduğu bilinciyle karşısında durulmalıdır.
 ABD, AB ve NATO ilişkileri ulusal ve kolektif yarar doğrultusunda yeniden değerlendirilmelidir.
 Tam bağımsızlık tüm boyutlarıyla ulaşılacak hedef olmalıdır.
 Başta devlet olmak üzere tüm sivil ve kamusal kurumlar dinden ellerini çekmeli, bu kurum bireysel vicdana bırakılmalıdır.

Bu çözüm yolları 2008 Türkiye'sinin ana meselelerine ilişkin ilk akla gelenlerdir. Sol, sosyalist siyasetin hedefi ve kurtuluş reçetesi budur. Milliyet gazetesinde yayınlanan ve Sol çözüm diye sunulan "altın reçeteler" sadece AKP karşıtı sağ bir parti yaratır ve yığınları yanıltır, küstürür. Konuyu noktalarken diziyi hazırlayan Devrim Sevimay'a bir kez daha Türkiye'de Marksist Sol siyasetin altmış değil yüzyılı aşkın bir geçmişi olduğunu anımsatmak isterim. Bu konuda hata, yada yanıltma sadece sermayenin işine yarar.