Neresinden bakarsanız bakın bir bilgisizlik örneği ile karşı karşıyayız. Son günlerin önde gelen konusundan söz ediyorum. Köşe yazarlarımız, yayın organlarımız her fırsatta bu konuyla ilgili konuşuyorlar. Kimileri elde edilen sonuçları savunuyor, kimileride yeriyor. &ldquoMahalle Baskısı&rdquo araştırmasından söz ediyorum. &ldquoKavramı geniş çaplı bir araştırma&rdquo diye yüceltilen bu araştırma &ldquoAçık Toplum Ensitütüsü&rdquo ve &ldquoBoğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi&rdquo tarafından desteklenen, Prof.Dr. Binnaz Toprak&rsquoın  yönetiminde yaşama geçirilen bir çalışma. Yüz yüze gerçekleştirilen &ldquoderin bir söyleşi&rdquo ile elde edilen bulgulara dayanıyor. On iki il ve de bu illerden seçilen 400 örnekle yapılmış. Anketi yapan ekipler her ilde üç ile dört gün süreyle 265&rsquoi erkek, 136 kadın olmak üzere toplam 401 kişiyle görüşmüşler. Bu görüşmelere dayanarak yaklaşık 180- 200 sayfaya yakın bir sonuç raporu medyaya sunularak kamuoyu bilgilendirildi. Raporun vardığı sonuç, muhafazakar kesimin laik kesime yoğun bir baskı uyguladığı şeklinde özetlenebilir. Doğal olarak bu sonuç kıyameti kopardı. &ldquoÖtekileştirme&rdquo savları yeniden gündeme geldi.  
Bu araştırmanın çıkış noktası Prof.Dr. Şerif Mardin&rsquoin gazeteci yazar Ruşen Çakır&rsquola yaptığı söyleşide ortaya attığı &ldquoMahalle Baskısı&rdquo savına dayanmaktadır. Mardin&rsquoin &ldquoMahalle Baskısı&rdquo tezi &ldquoMemleket- Siyaset&rdquo dergisinin beşinci sayısında Toplumbilimci Doğan Ergun tarafından irdelenmiştir. Eleştirilmiştir. Benim Ergun&rsquoun söylediklerine ekleyeceğim bir şey olamaz.  
Prof. Dr Binnaz Toprak&rsquoın yönetiminde yapılan bu araştırmanın yöntemi &ldquoLe Play&rdquo yöntemine uygun. Bir dönem Türkiye&rsquode &ldquoLe Play&rdquo metodolojisi bir çok araştırmanın temelini oluşturmuştur. Örneğin Merhum İbrahim Yasa&rsquonın bu yöntemi kullanarak gerçekleştirdiği &ldquoKöy Araştırmaları&rdquo  dikkati çeker. Aynı şekilde Merhum Behice Boran&rsquoın Batı Anadolu köylerindeki çalışmaları da bu bağlamda ciddi bulguları ortaya çıkarmıştır. Toplumsal yapı araştırmalarında &ldquoLe Play&rdquoci yöntemler asla bilim dışı sayılamaz. Yeter ki yöntemin tüm öğelerine sadık kalınsın. Oysa Prof. Toprak&rsquoın ekibindeki diğer üç kişi (Tan Morgül, İrfan Bozan ve Nedim Şener) gazeteci. Gazetecilerin kullandığı röportaj tekniği ile Toplum bilimcinin birbirini irdeleyen  sorularla donattığı söyleşi tekniği farklıdır. Bence seçilen yöntemi zedeleyen en önemli nokta budur.  
Gelelim bir başka metodolojik noktaya. Seçilen iller ve bireyler, rastlantısal örnekleme kuramına uygun mu seçilmiştir? Bu konuda beni tatmin edecek hiçbir açıklık yok. Davranış, eğilim vb. anketlerde kullanılan yöntemlerde görülen büyük ve matematiksel olarak tespit edilmesi mümkün olmayan sapmalar bu çalışmada da bulunmaktadır.  
Kanımca gürültüler koparan bu çalışma kişisel deneyleri ve değerlendirmeleri içeren bir dizi söyleşiden ibarettir. Nokta gözlemleri yansıtmaktadır.  
Beni asıl şaşırtan ve düş kırıklığına uğratan böyle bir araştırmanın bulgularına dayanarak iki yönlü ötekileştirme savlarını dillendiren gazeteci, yazar, bilim adamı vb. kişiliğindeki aydınların yeni bir gerçeği tespitin sevincini yaşamalarıdır.  
Evet okumuyoruz. Okumayı, kitabı sevmeyen bir toplumuz Ne yazık ki  aydınlarımızın önemli bir yüzdesi de bu değerlendirmenin kapsamı içindendir. Bu nedenledir ki yöntemsel bir dizi noksanlarına karşın böyle bir araştırmanın bulgularına dört elle sarılmışlardır. Baskıyı keşfetmişlerdir. Aferin onlara. 
Alfabeden başlayarak yeniden okumaları gerekiyor. Tarihin ilk çağlarından bu yana baskı insan topluluklarının ilk öğesidir. Çünkü sınıflı toplumun kaçınılmaz kaderidir bu. Ezenler için ezilenler ötekilerdir. Egemen sınıfın varlık nedeni ezdiği sömürdüğü yığınları ötekileştirmesidir. Tarih, gerçekte sınıf mücadelelerinin oluşturduğu geçmişi yansıtır. Krallar, şövalyeler savaş menkibeleri bu gerçeği gizleyen egemenlerin ustaca süslediği motiflerdir. Günümüzde de temel baskı, egemen sermaye sınıfının çıkarlarını koruma amacıyla kurduğu baskıdır. Mahalle baskısı, aile baskısı, okul baskısı, din baskısı ve muhafazakar yapının yarattığı baskılar egemen sınıfın olmazsa olmaz baskısının türevleridir. Tüm bu türev baskılar özgürlük kavramını daha da sanallaştırır, erişilmeyecek bir ütopi haline dönüştürür. 
Artık evimizin her köşesi istila edilmiş durumda. Çorbalarımızdan, dinleyeceğimiz müziğe, giyeceğimiz elbiseden, ayakkabıdan, izleyebileceğimiz filmden okuyacağımız kitaba, gazeteye kadar bizlere dayatılıyor. Küresel kapitalist düzen neredeyse uykularımıza kadar tüm zamanımızı parsellemiş, metalaştırmış durumda. Akşamları bir televizyon dizisini izlerken bile oyuncunun giysisinden kullandıkları kelimelere konuşma edalarına kadar klonlanıyoruz. Sabahları ve öğleden sonraları tüm ev kadınlarının işini gücünü unutturan Seda Sayan&rsquolı, Alişan&rsquolı Derya&rsquolı, Esra&rsquolı programlar bilgi değil tek düzeliği aşılıyorlar. Egemen düzenin baskısı herkesin beynini yıkıyor, Pavlov&rsquoun köpekleri gibi koşullandırıyor. 1950&rsquoli yıllarda okuduğum bir İngiliz Sosyalistinin &ldquoTek Tip İnsan&rdquo adlı kitabı önce beni çok etkilemiş ve ürkütmüştü. Şimdi ne demek istediğini, kapitalizmin adeta kendi isteklerine göre klonlandığı yığınları görünce daha iyi anlıyorum.  
Benim yaşımdakiler için bugün tek baskıymışcasına sunulan &ldquoMahalle Baskısı&rdquo yakıştırması yeni bir olgu değildir. Türkiye&rsquode gençken gittiğim yaşadığım her Anadolu kentinde istasyon çevresindeki yerleşim yerinin, kent sakinleri tarafından ilgi ve hayretle izlendiğini bir anlamda ötekileştirildiğini gördüm. Benim gözlemimi bırakın bir kenara, Reşat Nuri&rsquonin &ldquoKavak Yelleri&rdquoni, hatta günümüzde içeriğinden soyutlanan &ldquoYaprak Dökümü&rdquonü, Peyami Safa&rsquonın &ldquoFatih-Harbiye&rdquosini ve daha nicelerini okuyun, göreceksiniz. Anadolu ve İstanbul öylesine ötekileşme öyküleri, gözlemleriyle doludur. Ne var ki gerçek  ötekilerin öykülerini dillendirenler, yazanlar hep cezalandırılmıştır, susturulmuş, komünist diye suçlanmış, ceza evlerinde süründürülmüş , vatan özlemiyle yad ellerde sürgün yaşamışlardır. Bu gerçek, ezilen, sömürülen ötekileri acaba Binnaz Hanım araştırabilir mi? Hele hele &ldquoAçık Toplum Ensititüsü&rdquo böyle bir araştırmaya destek verir mi? Tekelci sermayenin güdümündeki medya böyle bir araştırmayı etkili biçimde gündeme getirebilir mi 2008&rsquoi geride bırakırken, geleceğin ezilen yığınların, tüm dünya emekçilerinin, yani gerçek ötekilerin bugünkü kapitalist neo-esarete karşı vereceği özgürlük ve eşitliğin düzenini inşa edeceğine bir kez daha inanıyorum. Gelin klonlanmışların söylemiyle yazıyı noktalayalım: &ldquoÇakma baskılarla ortalık yıkılıyooo&hellip.&rdquo Peki sonra?