Bir Lokma, Bir Hırka'ya Mahkum Edilmek

Hemen hemen yarım yüzyıl öncesi, Yeşilçam diye namlanan yeni film merkezinin doğduğu günlerde gariplerin, umarsızların acılı yaşamları çokça işlenirdi. Seyirciler mendilleriyle giderlerdi sinemalara. Bugün Devlet Tiyatrosunun Taksim Sahnesi diye bilinen Taksim Sinemasında genellikle Türk ve Mısır filmleri oynardı. Özellikle Mısırlı oyuncu Yusuf Vehbi bu acı soslu filmlerin aranan kişisiydi. Bir de bizden Hüseyin Peyda bu bâbta pek ünlüydü. Onun "Mezarımı Taştan Oyun" adlı filmi aylarca afişlerden inmedi. Ne gariptir ki dumanlı bakışlı mecnun Hüseyin Peyda Yeşilçam'ın son dönem filmlerinde hep Mafya Babası rollerini üstlendi. Bunları bana hatırlatan yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin gelmekte olduğu nokta oldu. Artık açıkça görülüyor ki sarsılan Küresel Kapitalizm, "Müesses Nizamını" yeniden tesis edebilmek için dünyadaki fukaraların, işçilerin işsizlerin emeği ile yaşamlarını zor sürdüren yığınların son rızklarına da göz dikmiş milyarlarca insanı bir lokma, bir hırkaya mahkum etmeye niyetlidir. Bugünkü krizi "Finansal Kriz" ya da "Likidite Krizi" olarak algılamak doğru olmaz. Böyle bir yaklaşım sorunun ciddiyetini yumuşatır. Bir anlamda da Küresel Kapitalizmin isteği reçetelerin itirazsız kabulüne yol açar.

Türkiye gibi küresel kapitalist düzenle eklemlenmiş ülkelerin krize doğru bir tanıyla yaklaşmaları gereklidir. Neo-liberalist akımın beslediği ultra- serbesti bugünkü krizin odak noktasıdır. Çünkü, özellikle Sovyetler Birliği'nin sönümlenmesinin ilk adımı olan Malta'da ki Reagan - Gorbaçov zirvesini izleyen yıllar boyunca her alanda ultra-serbesti tek doğru imiş gibi kabul gördü. Gatt antlaşmasının temelini attığı ülkelerarası serbest ticaretin yanı sıra Mai vb. gibi antlaşmalar Finansal muamelelerinde tam liberizasyonunu sağladı. Ticari serbesti bir ölçüde "regule" edilirken finansal muameleler tam anlamıyla denetimden uzaklaştı. Özelleştirme devletin iktisadi istinat kolonlarını sıfırlarken çok uluslu tekellerin küresel sistem içinde egemenliği arttı. Bunu kimi "Şirketokrasi" kimileri de (Yalçın Küçük vb. gibi) "Tekelistan" olarak nitelemektedir. ABD kaynaklı yeni katılım modeli olan yönetişim teorisi de Devletin şirketlerce fethini daha bir kolaylaştırdı. Bu noktada Küresel Kapitalizmin devletleri kullanarak oluşturduğu sistemi regule eden tüm etmenler çöktü. Finans odakları başı bozuk sınır, kural tanımaz bir kâr hırsı ile hareket etmeye başladı.

Daha önceki yazılarımda da altını çizdiğim bu durum "Para" ve "Piyasa" kuramının tüm zayıf noktalarını ortaya çıkardı. Bilindiği gibi sermaye normal kârla güçlenir, yüksek kârla küstahlaşır, aşırı kârla pervasızlaşır, saldırganlaşır, kendi varlığını sağlayan düzeni bile kemirir. Kâr hırsı kapitalizmin bünyesindeki virüstür.

Krizin bir çöküşe dönüşmemesi, küresel kapitalist nizamın egemenliğini yeniden ve daha güçlü tesisi için Devletin kullanılmasından tam fethine doğru yeni bir evreye girilmesi kaçınılmaz görülmektedir. Nasıl ki neo-liberal aşamada sosyal devlet yaklaşımına nokta konulmuşsa girilmekte olan bu aşamada da devlet ezilen, sömürülen yığınların yangınını söndürmek için sermayenin ünlü deyimiyle "bodyguard"lığına soyunacaktır. Acımasızlık tek kural haline dönüşecektir. Demokrasi yeniden tanımlanacak, sosyal güvenlik, sürdürülebilir sadaka güvenliğine dönüşecektir.

Bunun ilk örneklerini görüyoruz. İşçinin, memurun günlük geçimini zor sağlayan yığınların ödediği vergilere, sınır tanınmadan şirketlere aktarılıyor. ABD ve AB ülkelerinin oynadıkları finansal kumarla batmakta olan firmalara, bankalara akıttıkları kurtarma fonlarının tutarı 8 trilyon dolar dolaylarına erişmiş durumda. Yani Türkiye'nin Gayri Sâfi hasılasının on katından fazla. Diğer yandan gene iki milyara yakın nüfusa sahip yedi ülkenin dalgalı kura bırakılmış ulusal paraları son dört ay içinde dolar karşısında hızla değer yitirmektedir. Bu bağlamda görünüm şöyledir.

%Meksika Pezosu34.50Güney Afrika Rantd'ı41.40Brezilya Real'i52.90Kore Won'u 34.90Y. Türk Lirası34.10Hindistan Rupi'si16.50Rus Ruble'si20.30

Bunun gerçek anlamı bu ülke vatandaşlarının dolara göre yoksullaşması, emeklerinin daha da ucuzlamasıdır. AKP iktidarının artmasından ötürü pek övündüğü kişi başına dolar bazında ulusal gelirimizin %34 yani (üçte biri kadar) azalmasıdır. Ülke paralarının küresel değişim gücüne sahip dolara göre değer yitirmesi ileri kapitalist ülke ürünlerinin pahalılaşması anlamını da taşır. Sadece emeği ucuzlatmaz, yerli ürünleri de ucuzlatır. Böylece bu ülkelerden gelişmiş ülkelere , özellikle ABD ve AB'ye yönelik ciddi boyutta bir fon akımını sağlar. Neo-liberal ekonomi politiği savunan Asaf Savaş Akat bile krizin Türkiye'ye etkisi bağlamında şunları yazmaktadır: "Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Türkiye ekonomisinin uzun dönemde yüksek büyüme hızlarını tutturabilmesinin yolu ihracatı teşvik eden ve iç talebi bastıran iktisat politikalarından geçiyor... yani TL'de değer kaybının kolaylaştırılması, gecelik faizde radikal indirimler v.s." Görülüyor ki yığınlara, emekçilere önerilen "Bir Lokma, Bir Hırka" daha fazla sömürü, ölüm sınırına indirgenmiş bir yoksulluk.

Kapitalizmin sarsılan "Müesses Mizamı"nı yeniden sürdürülebilir bir erke kavuşturabilmek için bulunan tedavi reçetesinde yazılan ilaç şu: Dünya halklarının, emekçilerinin diri diri taştan oyulmuş mezarlara sürüklenmesi. IMF ise gelişmekte olan ya da günümüz deyişiyle Yükselen Pazar diye nitelenen ülkelerde sözü edilen acımasız reçetenin uygulanmasını sağlamak ve denetlemek. Sermaye ve onun borazanları onun için IMF çığırtkanlığı yapıyor. Bağımsız bir ulusal ekonomik reçeteyi istemiyor.

Şunu açıkça söyleyebiliriz ki bugünkü kriz kapitalizmin klasik devrevî krizlerinden 1929 buhranından çok farklı sistemin kâr açgözlülüğü sonucu, raydan çıkmasıyla karşı karşıyayız. Çıldırmış bir kumarbazın yarattığı akıl almaz yıkımını yaşıyoruz. Sistemin bünyesinde taşıdığı virüs onu yatağa düşürmüş durumda. Şu anda küresel kapitalizm Armagedon'u yaşıyor. Bu İngilizce deyim mahşerden önceki son direniş karşılığında kullanılır. İkinci Dünya Savaşında Hitler'in Berlin'de ki son direnişi de böyle adlandırılmıştır. Bu konumu eko-kıyametten önceki, son çırpınış diye de betimleyebiliriz. Sözün özü, Küresel sermaye tüm ezilenleri kendi yaratacağı cehenneme sürükleyerek ayakta kalmaya çalışıyor. Bu konuya ileride çok değineceğiz. Bizlere düşen bu cehennemi tuzağa düşmemektir. Bir önceki yazımda da altını çizdiğim gibi Hangi ekonomi, Nasıl bir demokrasi sorunsalının doğru yanıtını aramaktır.

Kapitalist düzenin kâr tanrısı tüm günahlarını kitabına uydurmakta ustadır. Din kisvesi bu kitabın ilk bölümünde yer alır. İkinci bölümü ise savaş'a ayrılmıştır.

Karl Marx sermaye sınıfının kural tanımaz açgözlülüğünü anlatmak için Dryden'in ünlü "Horoz ve Tilki" şiirinden şu alıntıyı yapmıştır:

"Sözde kutsallık içinde yüzen tilki,

Korkardı yeminden ama iblis gibiydi yalancılıkta

Paskalya perhizinde sanırdınız kutsal şehvet içinde

Ama işlemezdi hiç günah, duasını etmeden" (*)

(*) Karl Marx, Kapital Cilt 1, sayfa 266, dipnot, Sol Yayınları, 1975 Baskısı