Diyanetin yabancılaşması

Bilindiği gibi, 3 Mart 1924 günü çıkarılan üç devrim yasasından biri olan 429 sayılı yasa ile Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ve Genelkurmay Bakanlığı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti) kaldırılmıştır. Bu bakanlıkların yaptığı görevler yeni oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile Genelkurmay Başkanlığı’na devredilmiştir. Dolayısıyla DİB ve Genelkurmay Başkanlığı, Cumhuriyet rejiminin kurduğu ilk kurumlardan biridir.

Cumhuriyetin bu öncelikli kurumları, herhalde, tüm diğer devlet kurumlarından önce Cumhuriyet rejimine sahip çıkması gereken kurumların başında gelmektedir. Cumhuriyet rejimine sahip çıkılması da, Anayasa gereği, “insan haklarına saygılı, laik ve demokratik sosyal hukuk devleti” olan Cumhuriyete sahip çıkılması demektir. Dolayısıyla DİB’in işlev ve görevlerinin kırmızıçizgileri, Cumhuriyetin bu temel niteliğiyle belirlenmiştir.

Bu Cumhuriyette, Türkiye’de doğan, Arap, Ermeni Kürt, Rum, Türk, … ve de Alevi, dinsiz, Hristiyan, Musevi, Sünni, Şii, …, herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşıdır.  Bir Cumhuriyet Kurumu olan DİB’in de, bu bilinçle hareket etmesi, yurttaşlar arasında ayrımcılığı çağrıştıran her söz ve uygulamadan kaçınması beklenir.

DİB, Müslüman olmayan toplulukların kendi cemaatleşme yapıları olduğundan, doğal olarak Müslümanların gereksinim duyduğu dini hizmeti vermek için kurulmuştur. Cumhuriyet inançlara eşit mesafede olduğu gibi, farklı mezheplerden olan Müslümanlara da eşit mesafededir. Dolayısıyla Bir Cumhuriyet Kurumu olan DİB’in de, bu bilinçle hareket etmesi, mezhep ve/ya da tarikat farklılıkları üzerinden ayrımcılık yapmaması beklenir.

Ancak özellikle 1960’ların ikinci yarısından itibaren hükümetler laiklik çizgisinden saptıkça DİB’in de bir Cumhuriyet Kurumu olduğunu yadsımaya başladığı görülmektedir. Siyasal partilerin öncelik verdikleri kendi yandaşları olsa da, Cumhuriyet Kurumlarının öncelik verecekleri yandaş kesimleri yoktur; bu kurumların ayrım yapmaksızın öncelik vereceği kesim tüm yurttaşlardır. Tüm yurttaşların değil de belirli bir kesimin çıkarlarını yönelik olarak çalışmaya başlayan DİB, TRT, YÖK ve TSK gibi kurumlar, Cumhuriyet Kurumu olma özelliğini yitirmeye başlamış demektir.

DİB, genel tutumuyla, verdiği fetvalarla ve de DİB mensuplarının kurduğu Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) aracılığıyla, giderek hem Müslüman-Müslüman olmayanlar arasında hem de Müslüman kesim içinde ayrımcılık yapmaktadır. DİB’in bu doğrultudaki tutumu 12 Mart 1971 TSK muhtırası sonrasında belirginleşmiş, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında hız kazanmış ve son yıllarda ise yaygınlaşmaya başlamıştır.  Örneğin DİB, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra Cumhuriyet’in 50. yılında hazırladığı kitapta, “Millî hakimiyet Kitabımızın ve Peygamberimiz'in gösterdiği yoldur” (DİB, 1973) diyerek Cumhuriyetin “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” temel ilkelerini inkar etmiştir. 12 Eylül sonrasında, DİB’in, dinsizliğin, “her türlü faziletsizliğin doğmasına ve yayılmasına ve bunun sonucu olarak da ahlaki düşüncelerin kaybolarak toplumun bozulmasına” (Sanay, 1984: 37) neden olacağını açıklaması da, yurttaşlar arasında ayrımcılık yapan ve nifak yaratan, dolayısıyla Cumhuriyetin yurttaş anlayışına ters bir turumdur. TDV’nin laik eğitimi, “Vahyin bütünleştirici ve birleştirici imkanından kafaları, kalpleri ve eğitimimizi mahrum eden zihniyet” (TDV, 1996: 120) olarak tanımlaması da, hem Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan laiklik karşıtlığıdır hem de yurttaşı laikliğe karşı kışkırtıcı bir içeriktedir.   

Başbakan R. T. Erdoğan’ın 2000’lerin ortalarında, Danıştay ve AİHM’nin türban konusundaki kararları üzerine, “Buna siz değil ulema karışır” demesi, 2012 yılının ilk günlerinde de, “dininin ve kininin davacısı olacak gençler” istemesi sonrasında DİB, bir Cumhuriyet Kurumu olma özelliğini hızla yitirmeye başlamıştır. Piyasacı ve gerici AKP’nin, DİB’e birkaç bakanlık bütçesinden daha fazla bütçe ayırması, bu kurumun başkanına yüksek maliyetli lüks ve zırhlı araç tahsis etmesi, “Kuran’da türban kullanılmasını farz kılan bir ifade yoktur” açıklamasını yapan DİB Başkanı’nı anında görevden alıp şimdiki başkanı ataması, DİB’i daha da Cumhuriyet ilkelerine vurdumduymaz hale getirmiştir.

DİB, örneğin toplumda Müslüman olmayanlarla yapılan evlilikler varken “Müslüman olmayanla evlenilmez” ve içki fabrikalarında çalışan binlerce emekçi varken, “içki fabrikalarında çalışmak mekruhtur” demektedir. Midye yiyen, piyango bileti alan, nişanlıyken el ele tutuşan, … milyonlarca yurttaşı üzecek ve onları zor durumda bırakacak fetvalar vermektedir. Bu gibi fetvalar toplumu ayrıştırıcı ve birbirine düşman edici işlev görmektedir. Cumhuriyet değerlerine aldırmayan DİB’in, "Bir babanın öz kızına şehvet duyması haram mı?" sorusuna "Haramlık oluşturmaz" yanıtı vermesi ve "Kürtaj yaptıran 5 deve ceza tazminatı öder" fetvası, bu kurumun toplumun din anlayışına da aldırmadığını göstermektedir.

DİB’in kendisine, Cumhuriyet değerlerine ve topluma yabancılaştığı anlaşılmaktadır.

Kaynakça:

DİB (1973). Hutbeler. Ankara: Ayyıldız Matbaası.

Sanay, E. (1984). Gurbetçinin el kitabı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, No: 238, Emel Matbaacılık Sanayii.

TDV (1996). Türk eğitim sistemi: Alternatif perspektif. Ankara: Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi.

[email protected]