Cumhurbaşkanı ve Boğaziçi Üniversitesi (II)

Cumhurbaşkanı, 7 Ocak tarihinde Boğaziçi Üniversitesi'nde (BÜ), BÜ Mezunlar Derneği’nin değil, Boğaziçi Üniversiteliler Derneği’nin 14. Genel Kurulu’nda konuşmuştur. Konuşmasının bir bölümünde, “Açık konuşmayı severim” dedikten sonra, “Bu üniversitemiz açıkçası biraz zayıf kalmıştır. Bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için küresel bir marka haline gelme çabalarında hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır. Çokseslilikle, kendi ülkesine ve milletine yabancılık arasındaki çizgi doğru çizilmeden bunu başaramayız. Batı ülkelerindeki üniversiteler çoksesli değil mi? Bunlardan hangisinin kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü gördünüz?” demiştir! Bir Boğaziçilinin ya da BÜ ile resmi ilişkisi olmasa da bu üniversiteyi birazcık olsun tanıyanların, bu konuşmadaki üç farklı betimlemeyi anlaması kolay değil, kabullenmesi ise mümkün değildir.

Neden söylendiği anlaşılamayan ilk betimleme, BÜ’nün, “Bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı” söylemidir. Bu söylem gerçekleri yansıtmadığı gibi, suçlama niteliğinde bir söylemdir. Çünkü son yıllarda, birilerinin kişisel değerlerini, ülkenin ve milletin değerleriymiş gibi yansıtma çabalarına tanık olunmaktadır; toplum inanç, etnik köken ve çağdaş değerler üzerinden ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu ortamda, “Bu ülke ve milletin değerleri” konusunda da bir ayrışma yaşanmaktadır. Bu ülke ve milletin değerleri nelerdir?

(Yıllarca Ramazan aylarında asılan mahyalarda yazıldığı üzere) “KİN TUTMA”mak mıdır; “dininin ve kininin davacısı” olmak mı?

Milletin malı olan “KİT”lere sahip çıkmak mıdır; ülke kaynaklarının pazarlanmasını ve KİT’lerin özelleştirilip ülkenin milli kaynaklarına yabancıların ortak olmasını sağlamak mı?

Yurtta barış dünyada barış mıdır; yurtta kargaşa komşularla savaş mı?

TC Anayasası’nda yazdığı gibi laiklik, bilimsel, demokratik ve hukuksal olmak mıdır; bu değerleri yadsımak mı?

Halk egemenliğinden yana olmak mıdır; tek adamın egemenliğini kabullenmek mi?

Kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemek midir; eşitsizliğin kadının fıtratında olduğunu düşünmek mi?

Çocuğu evlendirmek için 18 yaşına gelmesinin beklemek midir; evlendirme yaşını 13’e, 11’e, 9’a, … indirmeye çalışmak mı?

Yurttaşın/insanın inancına saygı duymak, yasalara aykırı olmayan ve başkalarının demokratik haklarına dokunmayan davranışlara karışmamak mıdır; insanlara bir inancı ve şu konuda/bu konuda nasıl davranmaları gerektiğini dayatmak mı?

Düşündüklerini açıklama özgürlüğü mü; beğenmediğimiz açıklamaları tu-kaka etme özgürlüğü mü?

Türban konusundaki kararı reşit olan kızlara bırakmak mıdır; çocuk yaştaki kızların türbana girmesine çalışıp "Allah razı olsun" denmesini beklemek mi?

Çağdaş ulusal ve evrensel değerlere de sahip çıkmak mıdır; yalnız bir inancın değerlerine sahip çıkmak mı?

1 Mayıs gibi evrensel, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi ulusal bayramları kutlamak mıdır; bu bayramları unutturmaya çalışmak mı?

Yukarıdaki cümlelerin başında dile getirilen değerleri yaşama geçirecek eğitim-öğretim süreçlerini savunmak mıdır; bu değerlerin karşıtı olan değerleri yaşama geçirecek eğitim-öğretim süreçlerini savunmak mı?

Neden söylendiği anlaşılamayan ikinci betimleme, BÜ’nün, “küresel bir marka haline gelme çabalarında hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır” söylemidir. Var olan üniversitelerimiz içinde, BÜ’nün, “küresel bir marka haline” gelmeye en çok yaklaşan birkaç üniversitemizden biri olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bu söylemi anlamak da kolay değildir.

Neden söylendiği anlaşılamayan üçüncü betimleme ise, “Batı ülkelerindeki üniversiteler çoksesli değil mi? Bunlardan hangisinin kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü gördünüz?” söylemidir. BÜ’nün kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğü anlamına gelip yargısız infaz niteliğinde olan bu söylemi de kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca BÜ’nün böylesine faaliyetleri olsaydı, şimdiye kadar çoktan ümüğü sıkılmış olurdu.

Bilindiği gibi, içlerinde bir grup BÜ akademisyeninin olduğu bin küsur akademisyen, iki yıl önce hükümeti eleştirip barış isteyen bir bildiri yayımlamışlardır. Bu olaydan 2,5 ay önce, “Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir” diyen Cumhurbaşkanı, barış bildirisini imzalayanlara şiddetle karşı çıkmıştır.

Barış bildirisini imzalayan akademisyenler üzerinden tüm BÜ suçlanıyorsa, bunu anlamak da mümkün değildir.

Bazı konuları anlamakta zorlansak da, bu açıklamanın ne anlama geldiğini anlamak zor değildir. “Ülke ve milletin değerleri” ile “kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet” konularındaki anlayış, tutum ve davranış farkları keskinleşerek ayrıştığı sürece, BÜ’yü de, atanmış rektörünü de, tüm ülkeyi de, zor günler beklemektedir.

[email protected]