43 rektör!

Bir değil tam 43 rektör, 1 Mayıs günü, bir mektup göndermiş!

6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre, Anayasa’ya uymak zorunda olan üniversite, “bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan” bir kurumdur. Bu kanunun 13’üncü maddesinde rektörün ve 22’inci maddesinde de öğretim üyelerinin görev ve sorumluluklarına yer verilmektedir. Bu maddelerde rektörlere/öğretim üyelerine, sağa-sola mektup yazabilecekleriyle ilişkili bir görev ve sorumluluk verilmemiştir.

Tabii ki yaşam yasalarla sınırlı değildir. Yasalarda yazmasa da, aydınların/akademisyenlerin toplumsal ve evrensel sorunlara karşı duyarlı olma sorumluluğu vardır ve bu sorumluluk çerçevesinde, bireysel olarak da, toplu olarak da istedikleri yere istedikleri mektubu gönderebilirler. Hatta rektörlerden ve akademisyenlerden beklenen de budur. Ancak, ilginçtir, bu mektup, “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü” için yazılmamıştır. Bu mektup, çocuk işçilerle, iş kazalarının, kadın cinayetlerinin ya da çocukların cinsel istismarının artmasıyla ilgili değildir. Hukukun katledilmesiyle, yolsuzluk davalarının teker teker kapanmasıyla, doğal zenginliklerin imara açılmasıyla ve Afrika’da işlenen etnik cinayetlerle de ilgili değildir.

Bu mektup, AKP’nin desteklediği ve her gün çoluk çocuk demeden yargısız infaz yapıp cinayetler işleyen Suriye’deki dinci muhaliflere de yazılmamıştır AKP’yle iyi ilişkiler içinde olan ve şeriata geçtiğini ilan eden Brunei’ye de.

Bu mektup, idam cezalarının durdurulması için Mısır’a gönderilmiştir. Rektörlerin, Türkiye’de ve dünyada olup bitenlere aldırmazken idama karşı bir mektup yazmaları, yine de iyi bir davranıştır. Çağımızda idam cezası, kabul edilebilir bir ceza yöntemi değildir. Ancak, ilginçtir Mısır’daki bu idam cezası son yıllarda verilen tek ceza değildir. İran’da, Suudi Arabistan’da, Amerika’da ve geçenlerde Bangladeş’te de olduğu gibi, bu tür cezalar verilmekte ve ne yazık ki infaz edilmektedir. Bizim rektörlerden de bugüne değin bir tepki gelmemiştir.

Mektubun en ilginç yanı, Mısır devlet başkanına değil de, Başmüftü’ye yazılmış olması, müftüden, “hoşgörü ve adaletle karar vererek’ idamları durdurmasının istemesi ve mektubun, “ Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” ifadesiyle başlamasıdır. Bu ifadelerin, özel bir mektupta değil de, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan” Türkiye Cumhuriyeti’nin rektörlerine ait olmasıdır. Mektupta, “son yıllarda İslam ve Arap dünyasında cereyan eden sosyal ve siyasal çalkantılar adalet, meşruiyet ve refah arayışının tezahürleridir. Müslüman toplulukların özgür iradeleri ile kendi geleceklerine sahip çıkmaları, sivil, saydam ve hesap verebilir yönetim arayışlarıdır” ifadesine yer verilmesidir. Bu ifadelerin, örneğin erkeklere ölen eşlerin cesetleriyle, ölümden sonraki ilk 6 saat içerisinde seks yapma hakkı tanıyan ve genç kızların evlenme yaşının 14’e düşürülmesini öngören yasaların çıkarılmasını isteyenlere arka çıkılması anlamına gelmesi ve “Rabia” işareti niteliğinde olmasıdır.

Bu 43 rektör, Hakkari’den İstanbul’a ve Rize’den İzmir’e kadar ve aralarında İstanbul Teknik, Ankara ve Hacettepe üniversiteleri rektörlerinin de bulunduğu bir gruptur. Bu rektörler ne aynı üniversitede okumuştur ne de çalışmıştır. Aynı tiyatroya-sinemaya-meyhaneye-parka ya da camiye giden kişiler de değildir. Aynı masada tavla, pişti, maça kızı vb oyunları da oynamamışlardır. Aynı kitapları da okumamışlardır. Bu rektörler, büyük bir olasılıkla birbirini tanımayan ve katıldıkları Üniversitelerarası Kurul toplantısında birbirlerine selam bile vermeyen rektörlerdir. Bu 43 rektörün ortak yanı, içlerinde, Aralık 2012 sonunda ODTÜ yönetimini ve 2012 Haziranı’nda Gezi eylemlerini kınayan, senatolarından AKP’nin Suriye politikalarına destek bildirisi çıkaran ve yerel seçimlerden bir gün önce AKP’ye destek niteliğinde açıklama yapan rektörlerin bulunmasıdır.

Bu 43 rektörün ortak yanı, Ş. Dede’nin “‘Gül’ kokulu rektörler, takunyalı üniversite” (bkz, Bilim ve Gelecek, 104, 2012 Ekim, s. 6-30) vurgusunun doğruluğunu kanıtlamalarıdır.

Oysa rektörlerden beklenen, özel eğilimlerine değil, laiklik, bilimsellik, hukuksallık ve eşitlik gibi evrensel değerlere göre hareket etmeleridir akademisyenliklerini, rektörlüklerini ve üniversitelerini siyasal araç olarak kullanmamalarıdır.