Zehirli yastık

Soma’daki kitle katliamı veya serbest piyasa cinayeti, bilinmedik bir şeyi mi vurgulamış oldu? Hayır. İşte hep birlikte, hür teşebbüsün veya sermaye birikiminin ne anlama geldiğini, nelerin üzerinde yükseldiğini, bir kez daha gördük. Bu katliamın muhatapları, emekçi halk da gördü. Hatta bizzat yaşadı. Ama felaketin farkına varabildi mi?

Serbest piyasa egemense, bir eğilim olarak böyle bir algı da yok demektir.

Elbette sermaye aklı bunun böyle olacağını biliyordu. Bu tür “aksaklıkların” ortaya çıkmayacağını düşünen “akla” sermaye denir mi? Birkaç günah keçisiyle sistemin ayakta tutulması gerektiğini bilmeyenden sermayedar olur mu? Peki.

Oradayız.

Epeydir bir başka şeyi daha biliyoruz: Sermayenin veya aynı anlama gelmek üzere gericiliğin aklı merkezden (“emperyalist merkezler”) çevreye doğru çalışıyor. İlericiliğin aklı da, çevreden, hadi “görece daha az gelişmiş ve bağımlı ülkelerden” diyelim, merkeze doğru.

Yani gericilik merkezden feyz alıyor. Aşkın devrimcilik ise çevreden (“zayıf halka”) merkeze, özellikle de “merkez soluna” itiraz ediyor ve ders veriyor. Bu nedenle pek sevilmiyor.

Merkezden çevreye doğru sermaye lehine bu akıl transferinin kesintiye uğramaması çok önemli. Başka türlü bu zenginler sistemini (“plütokrasi”) ayakta tutamayacaklarını biliyorlar çünkü.

Ama plütokraside oyun çok. Aslında herkesin, yani oyuna gelenlerin de iyi bildiği bir yöntem bu. Sistem tıkanınca , halk yığınlarının hoşnutsuzluğu patlamalara dönüşmesin diye, önlerine “solculuk iddia eden” yemler atılıyor.

Böylece serbest piyasa sisteminin doğrudan sonucu olan katliamların bile etkileri tümüyle ortadan kaldırılabiliyor.

Sermaye, gericilik, artık adına her ne derseniz deyin, ana gıdasını zengin mutfağı da denebilecek merkezden alıyor, dedik. Yani örneğin Türkiye’de sosyal demokrasi, çevrecilik, sivil toplumculuk, demokratlık vs. isimler altında “sol” diye lanse edilen “çözümlerin” ne anlama geldiğini görüyoruz. Tıkanmayı sermaye lehine ve geniş halk yığınlarının nitel bir iktidar değişimi için ayağı kalkmasını engelleyerek çözmek, sistemin ortak aklıdır.

Önceki gün bizdeki Dünya’nın ağabababası bir gazetede, Handelsblatt, Gerhard Schröder’in, ki kendisi yine bizdeki bilumum sosyal demokrat yöneticilerin ilahı kabul edilebilir, işgücü maliyetlerini nasıl başarıyla düşürdüğü rakamlarla anlatıldı: Hıristiyan Demokrat Başbakan Helmut Kohl döneminde, 1982-1998, Almanya’da işgücü maliyetleri, yani işçi gelirleri, nominal rakamlarla yüzde 58.4’lük bir artış gerçekleştirmişti ki, bu, yılda yüzde 2.9’luk bir ücret artışı demekti. Gerhard Schröder’in başkanlığındaki SPD-Yeşiller koalisyonu ise 1998-2005 döneminde aldığı önlemlerle ücret maliyetlerindeki artışın, yani ortalama işçi gelirinin, nominal verilerle, binde 3’te kalmasını sağlamıştı. Reel ücretlerin yerinde saydığı ve gerilediği bir dönem, “sol” hükümetlerin eseriydi yani. Ayrıca, üst gelir dilimlerine uygulanan vergi oranları, sağcı Helmut Kohl hükümetleri döneminde yüzde 53 iken, Schröder, bu oranı yüzde 42’ye indirmişti.

Solun desteğiyle. Halkın desteğiyle. Sermayenin aklıyla.

Reel sosyalizm yıkılınca serbest piyasa ekonomisi iyice acımasızlaştı. Daha önce sosyal demokratların veya “yeşillerin” akıllarından bile geçiremeyecekleri şeyler, artık parti programıdır. Willy Brandt ile Gerhard Schröder ve onun yetiştirmesi şimdiki SPD Başkanı-Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel’i değil sadece, bizde de 1973’lerin Bülent Ecevit’iyle bugünlerin Sarıgül-Kılıçdaroğlu söylemlerini karşılaştırmak bir fikir verebilir.

O zaman ikili bir önlem gerekiyor: Merkezden çevreye sermaye aklının çare transferini önlemek ve sol sektörde de akıl trafiğini tersine çevirmek şart. Antiemperyalizm bu çerçevede en etkili yoldur. Özellikle “çevredeki” devrimci aklın, sadece Latin Amerika değil, şu sıralarda Akdeniz’in iki ucunda, Yunan ve Portekiz işçi sınıfı partilerinin temsil ettiği tutumun hem çevreye hem de merkezdeki işçi sınıfı partilerine akmasını sağlamak gerekiyor. İyi işaretler var.

Bir akıl mücadelesi veriyoruz. Entelektüel bir şiddet uygulanması gerekiyor. Bu şiddetin sol içinde büyük bir ayıklama yapması kaçınılmazdır.

Schröder’lerin, Blair’lerin, Hollande’ların, tüm bu “zehirli yastıkların” tasfiye edildiği, en azından etkisizleştirildiği bir çağ açılmazsa ve bunların karikatürleri Türkiye gibi ülkelerde muhalefetin önünden kovulmazsa, plütokrasiler önce bizim coğrafyamızı yangın yerine çevirecek.

Sol Cephe’nin işi çok.