Hegemon, ama muz cumhuriyeti

1989’daki büyük çöküşü öncesinden itibaren destekleyerek yakından izleyen liberal tarihçi Timothy Garton Ash, gelinen noktayı açıklarken açık sözlüydü: “Almanya Avrupası’ndaki bir Avrupa Almanyası’nı yaşıyoruz” diye yazmıştı geçen yıl Der Spiegel’de. Reel sosyalizmin bu amansız ve demokrat düşmanı, tuhaf bir hegemonu, ama galiba olağan bir hegemonyal ilişkiler ağını anlatmak istiyordu.

Almanya, Avrupa’nın hegemon ülkesi, tamam, ama bağımsız ve egemen bir devlet olduğu falan son derece kuşkulu. Hele, bazı çevrelere göre, sıradan bir “vasal”. Yine de klasik sağın düşünsel kategorileri içinde kalıp ortamı bu sözlerle açıklamak mümkün değil. Çünkü basit bir uydu devletten söz edemiyoruz, ortada sadece ekonomik değil siyasal gücüyle de tüm kıtayı elinin altında tutabilen bir dünya devi var. Teknolojik üstünlüğü tartışılmıyor. Ama bu ülkede, bırakın devlet kurumlarını, iki sıradan yurttaşın bile Washington’ın gözleri ve kulakları ötesinde bağ kurması mümkün değil. Sorun şu: İzleyen “Büyük Birader”in bizzat kendisi himmete muhtaç...

Gerçekten de Edward Snowden, başka her şey bir yana, eşine az rastlanır bir “anomali”yi ortaya çıkardı. Her yeni gelişmeyle bir kez daha görüyoruz: Avrupa’nın dev gücü, bir muz cumhuriyetinden daha işlek bir yaşam pratiğine sahip değil. Federal Almanya’nın, kuruluşundan bu yana haberleşme özgürlüğü diye bir şey de tanımadığını şu sıralarda Freiburglu tarihçi Prof. Dr. Josef Foschepoth’ın kitabı ve son gelişmelerle ilgili yorumlarında bir kez daha görüyoruz. Bir süre sonra Federal Almanya’nın, “Doğu”dan çok daha fazla dopingle futbol ve diğer spor dallarında başarılı olduğunu da okuyacağız. Şimdi ilk işaretleri almaya başladık.

Ama bunların bir önemi yok. Bunlara itiraz etmenin de bir anlamı yok. Türkiye gibi: 1970’lerin sonunda Mehmet Ali Aybar, Avrupa komünizmi rüzgarıyla “leninist parti modeline karşı olduğunu” ilan edip kitaplar yazmıştı ve dönemin yaygın devrimci çizgilerinden gelen en büyük “eleştiri”, “Vay, sen leninist partiye karşısın!” olmuştu. Aybar’ın eşitsiz gelişme yasasını hiç anlamadığını, aslında Kautsky’nin kaderini yinelediğini yaygın Türkiye solu bilemiyordu. Ama sadece yüzünü buruşturabiliyordu. Onun gibi...

Gerçekten de bugün Almanya’nın egemenlik haklarının aşırı sınırlı olduğunu söylemek, “malumu ilam”dır.

Kalıcı bir itiraz zaten yok. Örneğin Berlin’ın gıkı bile çıkmıyor. Sıradan bir “memur” olan Prof. Foschepoth’un bu yıl yayımlayıp Batı Almanya’nın Soğuk Savaş’ta hiç öyle “haberleşme hürriyeti” falan tanımadığını irdelediği mütevazı kitabı (“Überwachtes Deutschland”) bir yana, Edward Snowden, Almanya’nın egemen bir ülke olmadığını ilan ediyor tüm dünyaya, ama Alman siyaset sınıfı bunu normal karşılıyor.

Asıl önemlisi, halk bunu normal karşılıyor.

Neresinden bakarsak bakalım, Almanya dev bir ekonomik-mali güç, Avrupa’nın hegemonu, ama patron eski patron değil. Washington, hiçbir yere yetişemez oldu. Berlin, ekonmik gücünü siyasete tercüme etmekte yetersiz. ABD, “uydularını” izliyor, ama tel tel de dökülüyor ve bu gerilemesini siyasete tercüme edebilmiş değil.

Merkezkaç güçlerin arenasındayız artık.