Emperyalizm ve Lucas Zeise

Yavaş yavaş yılı kapatıyoruz: Emperyalizm kitapçığının kağıda dökülmesinin 100’üncü yılıdır bu bu kapatmaya hazırlandığımız. Lenin dahil kimsenin öngöremediği bir vadede, 1917’de, insanlık tarihinin şimdiye kadarki en büyük çıkışı, Büyük Ekim gerçekleşecektir ve bu çağ açan küçük kitap o zaman yayımlanma olanağı bulabilecektir.

Demek ki, içinde bulunduğumuz ve bulunacağımız bu iki yılda, bizim gibi “sekterler” hariç, neredeyse herkesin şu ya da bu gerekçeyle sosyalizm dışındaki her önerinin önünde taklalar attığı ülkemizde, emperyalizm üzerine toplantılar düzenlenmesi ve bunun egemen kültür endüstrisini sarsacak bir yayın kampanyasıyla desteklenmesi iyi olurdu. Neden mi?

Bu asırlık zaman zarfında nelerin farklılaştığını, sosyalizm programı için nelerin olgunlaştığını, nelerin geride kaldığını yabancı dostlarımızla birlikte görebilirdik; o nedenle.  Kendilerini solcu diye pazarlayanların bile lügatinden neredeyse sildiği, lafzen kullananların da herkesten demokrat/dinci/miiliyetçi olduğu bir kavram bu. Emperyalizmi sevmeyenler, tamam sevmiyorlar, ama, doğrusu onun demokrasisine ulaşmak için de her şeyi vermeye hazırlar. Böyle bir tuhaf gerçeklik karşısındayız.

Mesele bitmiyor; bizim emperyalizm ve demokrasi özdeşliğinin (“metropol demokrasileri”) nasıl bir liberal sol çöplükten çıktığını ve tam bir kitle imha silahına dönüştüğünü Büyük Ekim’in 100’üncü yılında daha etkili bir biçimde konuşacağımız anlaşılıyor. Ortada bir büyük ihtiyaç var çünkü: Kafalarını kültürel, dinsel, cinsel ve etnik vs. saçmalıklarla burjuvazinin tasavvur dünyasına zincirlemiş “sol gibi atar yapıp duran liberal çöplerle” aramızda aşılmaz entelektüel duvarlar örmek zorundayız. Çocukça hayallere bir son vermek için.

Kapitalizm, sosyalist tehdit olmazsa, ki bu öncelikle bir entelektüel saldırı ve kopuşu içerir, asırlarca insanlığa bir cehennem azabı, burjuvazi ve menajerlerine de özel sitelerde cenneti yaşatabilir. Sosyalizm bir iktidar seçeneği olarak sahnede değilse, kapitalizmin borusu şu veya bu yüzüyle mutlaka ötecektir.

Bunu gören sadece bir değiliz. Başkaları da var. Kültür endüstrisinin gerçek sahiplerinde, yani sol liberal çöplüğün yayın listelerinde bulamayacağınız zenginlikte tartışmalar, kapitalizmin zengin ve yoksul mutfaklarından bile sızıyor. Yunancayı bu arada iyice söken ve bizim de işlerini yakından ve sevinerek izlediğimiz genç bir düşünür dostumuz, geçenlerde,  Yunanistan’da ve Yunan dilinde bugün “10 tane Poulantzas’ı cebinden çıkaracak isimlerin mevcut olduğunu”, bunların yüksek entelektüel kalibreleriyle aynı alanda çalışmalar yaptığını, ama dışarıya tanıtılamadığını hatırlatıyordu. Türkçenin, bir büyük dil olarak böyle bir sosyalist pencere görevi de var demek ki. Tıpkı Kürtçeye olduğu gibi. Neyse...

Genç dostumuz haklıdır, KKE, Yunan komünistleri ve arayışları, kavgaları bir tesadüf değildir. Ne mi?

Yunanistan Komünist Partisi’nin önemi yavaş yavaş anlaşılıyor. En bayağıları galiba bizde çıkan “Syriza taklacılarının” her dildeki çürümüşlüğü... Geleceğimiz yer, şu: Emperyalizm tartışmaları, liberal sol bayağılıkların sızamadığı yüksekliklerde sürüyor.

Buna, Alman solunun geleneksel ve son dönemde tutarlı yayınlarından haftalık “Unsere Zeit” gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaz başında üstlenen Lucas Zeise de önceki gün dikkat çekti. İlginç biyografisine ve yapıtlarına ileride geniş biçimde değinebileceğimiz Zeise, gazetesinde, kısa bir süre önce emperyalizm konulu bir konferansında sunduğu notlarını yayımladı. Emperyalist sistemin içindeki ve dışındaki emperyalist-kapitalist oluşumları karşılaştırdı. Bunu, kendi tarihinden bakarak yaptı.

Lucas Zeise’nin söylemek istediği ve yazdığı şuydu: Emperyalizm meselesi, yeni girdilerle Yunan komünistlerinin “emperyalist piramit” kavramıyla olsun, metropollerdeki enstantanelerle olsun, diri bir tartışma konusudur. Geriden değil, çok ileriden başlayan bir tartışma bu. Zeise, eski Batı Almanya’nın (Federal Almanya Cumhuriyeti), ABD’nin Soğuk Savaş’tan çıkardığı bir yaratık olduğunu hatırlatırken, son dönemde Washington’daki gerileme ile Berlin’deki iddialı söylemlerden erken sonuçlar çıkarılmaması için uyarılarda bulunuyor. Ünlü Marx-Engels Vakfı kurucu ve yöneticilerinden de olan Zeise, ABD’nin emperyalist sistem içindeki liderliğinin henüz sarsılmadığına dikkat çekme ihtiyacı içindedir. Bunu, özellikle ABD-Almanya ilişkileri çerçevesinde yapıyor:

(...)

Medyada, bürokraside, gizli servislerdeki Amerikan nüfuzu, bugün de ABD ile sıkı bir biçimde iç içe geçmiştir. Bugün bile, dış ülkelerle ilgili istihbarat servisi olan BND’nin bilgi edinmek için kendi girişimleri, manşet değerindedir. Kişisel kariyerler ABD’den destek alır. Hâlâ daha, sadece önemli bir Amerikan kurumunda uzunca bir süre kaldığını gösterebilenler genel yayın yönetmeni oluyor. Büyük Alman şirketlerinin de üst düzey menajerleri, kural olarak ömürlerinin önemli bir kesitini ABD’de geçirmek durumundadır.

(...)

Almanya, NATO üzerinden siyasi ve askeri olarak bu öncü güce bağımlıdır. NATO stratejisinin Washington’da geliştirildiği ise tartışmasızdır. Askeri önderlik kurumsal olarak bir Amerikalıya ayrılır.

(...)

AB ve önceki örgütleri Soğuk Savaş’ın çocuklarıdır. Bunlar ABD’nin çok sıkı, ama lütufkâr denetimi altında şu hali almıştır: Emperyalist devletler arası kompleks bir sözleşme çalışması. Bu çalışma, ticaretin ve sermaye dolaşımının özgürlüğüne hizmet etmektedir. AB, hatta Alman önderliğindeki avro, ABD tarafından sadece hoşgörüyle karşılanmadı, ayrıca teşvik de edildi; bu, hâlâ öyledir. Ancak bu, bir yerde de şaşırtıcıdır. Çünkü AB, yeryüzündeki en büyük ekonomi. Dolayısıyla ABD emperyalizmine rakip olmanın önkoşullarına sahip gibidir. Ancak böyle bir şey söz konusu olamaz. AB ve avro, bilerek -ki Alman hükümetlerince de öyle istendi- hem devletsel hem de aynı zamanda devlet dışı kurumlar yığışması olarak yapılandırıldı, böylelikle ABD’ye karşı gerçek bir hasım meydana çıkması mümkün olamıyor. Dolayısıyla AB, NATO’dan sonra ABD emperyalizminin egemenliğini garanti eden ikinci ve en önemli devletler birliğidir. 1990’dan beri Almanya siyasal olarak belirgin bir biçimde önceki zamanlardan daha bir azimle öne çıkıyor. Ancak siyaset, Washington’daki “dostlarla“ sıkı bir biçimde uzlaşarak oluşturulmaktadır.

(...)

Federal Almanya’nın yönetici katmanı, kendisini tamamen ve bugüne dek de ABD emperyalizmini kalıcı kılınmasının kefili olarak görmüştür ve tutumu da bununla uyumludur. Şu sıralarda Donald Trump’a yönelik sert eleştiri ve bu adayın seçimden önde çıkmasından doğan hayal kırıklığı, bir endişeden kaynaklanmaktadır. O endişe de, yeni başkanın Çin ve Rusya ile Ortadoğu’daki devletler gibi hasımlara karşı saldırgan yönelimi sürdürmemesidir.

(...)

Almanya’nın kendi başına, ABD’den bağımsız bir emperyalist politika izlemesi, görünür bir vadede ne gerçekçidir ne de Federal Almanya’nın etkili çevrelerinde akıldan geçirilmektedir. Ancak yine de var olan antiamerikancılık, egemen sınıflarda, kendi tarafının güçlü, ama bu arada iktidarsızlaşan liderinden bir şikayet niteliğine sahiptir. Ancak bu, bu tarafı terk etmek gibi bir düşünce oyunuyla karıştırılamaz.”

Lucas Zeise ve bu tür tartışmalara ileride dönmeyi umut ediyoruz. Güçlü KKE’den gücü çok sınırlı DKP’ye (Alman Komünist Partisi), bu kanatta gerçekten akıl yüklü çözümlemeler ve iktidar hesapları yapıldığını görüyoruz. Avrupa’da, liberal sol çürümenin dışında ve gerçek sosyalist kesimlerde bir hareketlenme var. Bir silkinme arayışı gündemdedir. Bu arada, Türkiyeci, Türkiyeli ve Türkçeli sosyalist devrimcilerin bu entelektüel çabadan pek geri kalmadığını da görüyoruz. Gelişmelere ve arayışlara daha yakından bakmak zorundayız.