Emperyalist üst akıl?

Tam orta yerindeyiz. Yunanistan’ın çöktüğü, battığı veya başka benzer bir şey olduğu artık herkes tarafından itiraf ediliyor. Bu devletin kendini sürdürmesi çok zor. Ukrayna malum, Irak, Suriye zaten ortada. Bulgaristan ve Kafkasya da Anadolu’dan bakınca pek öyle feraha çıkmış değil, tam tersine, batan bir gemiyi andırıyorlar.

Türkiye neden batmasın?

Her an bir nihai patlamayla karşı karşıya kalabiliriz.  Elbette “malumu ilam” anlamında bir patlama veya patlamalar dizisi olacaktır bu: Tüm hayatiyetini yitirmiş bir cesedin ceset olarak adlandırılması... Oradayız artık. Ancak bu yıkım, çevredekilerden farklı da olabilir. Çevremizdeki çöküşün etkisi olmasaydı, Türk ve Kürt oligarşisinin bu işi biraz daha sürdürebileceğini söyleyebilirdik.  Ama artık hiç mümkün değil. Korkumuz, bizdeki yıkımın çevremizdekileri geride bırakabilecek boyutlar alması...

Emperyalist politikaların etkisi altındayız.  Tek bir beyinden söz etmiyoruz kuşkusuz. Birçok kuvvetin bileşkesinden söz ediyoruz. Her biri kendi alanında özel bir ağırlığa sahip, ama bölge veya dünya sahnesinde bu ağırlığı aynen sürdüremeyenlerden... Böyle merkezkaç kuvvetler nedeniyle çeşitli ölçeklerde savaş kaçınılmaz ve antiemperyalist olmayan bir barış politikası mümkün değil.

Fakat biz, emperyalizmi tek bir üst akıl olarak alamayız. Öyle göremeyiz.  Çeşitli emperyalist güç merkezlerinin, çıkarların ve akılların birbiriyle çarpıştığı o kadar ortada ki. Bunlar birbirlerinin tavuğuna mutlaka “kış” diyorlar. Birbirlerinin ayaklarına basmamaları mümkün değil. Demek ki, zamana ve mekana bağlı olarak mutlaka değişen, daha doğrusu öne çıkan, bazı politik oluşumlar var ve biz sürekli değişen bu olguları gözden kaçırmazsak, ancak o zaman, emperyalizmden ve emperyalist politikalardan söz edebiliriz.  Tek, değişmez, zaman ve mekandan bağımsız bir üst akıl, zaten sosyalist mantığın dışladığı bir metafizik saçmalıktır. Böyle ahmakça şeyleri, bir kısım güçsüz solu uyutmak ve kendi yanına çekmek isteyen düşük zekalı milliyetçi ve dinci uyanıkların işbirliği seanslarına bırakalım. Eğlensinler...

Emperyalizmin şu veya bu bölgede mutlak denebilecek bir denetim şansının olmadığını gösteren örnekler arasından geçiyoruz, dedik. Örnek çok: Rusya’ya uygulanan yaptırımların Alman sanayisini, hatta tarımını vurduğuna, bu konuda bizzat büyük işadamlarından büyük tepkiler geldiğine tanık oluyoruz. Yani Yunanistan’da çöken Angela Merkel politikalarına, yakın dostu sanayici ve tarımcılar bile itiraz ediyor. Bahaneleri Rusya. Alman Ekonomisi Doğu Komisyonu Başkanı Eckhard Cordes, önceki gün, bu yılın sonuna kadar Rusya’yla iş bağlantılarının 2012’nin yarısına ancak ulaşabileceğini vurguladı. Piyasaların daralması, sermayenin ölümü demek. Rusya, Alman ürünleri ve iş dünyası için hızla sahneden çekiliyor. Ukrayna bir ayrı felaket. Şikayet şu: Almanların boşalttığı alanlara Kore, Hint, Brezilya, Türk ve Çin markaları veya ürünleri giriyor. Özellikle Çin ürünlerinin girmesi stratejik bulunuyor ve Berlin’e yeni iç itirazları tetikliyor. Amerikan ekonomisinin zaten hiç önemli olmadığı bir coğrafyada, Alman ekonomisine yönelik bu “yaptırım kroşesi”, bizzat Alman burjuvazisi ve hatta sağı için şu sıralardaki en büyük tedirginlik kaynağı. Merkel’i Putin’le müzakerelere çağırmayan Alman işadamına işadamı gözüyle bakılmıyor.

Washington ve vasalları, Berlin, hatta NSA dinlemesindeki Hollande ve Paris, istedikleri politikaları uygulayamaz oluyorlar. Rus ve Çin düşmanlığı “para etmiyor” çünkü.

Çin’in yurtdışı yatırımları gibi... Hafta sonuna doğru Berlinli bir araştırma kurumu olan “Merics”in yeni bir raporu basında da yer aldı. Bu rapor, 5 yıl içinde dünyanın en büyük yurtdışı yatırımı yapan ülkesinin Çin olacağına ve Almanya’nın da bu yatırımlardan payını alacağına dikkat çekiyor. Çin Halk Cumhuriyeti, 2020 itibariyle kaynağı yabancı ülkelerde 18 trilyon dolarlık bir servete sahip olacak. Bu servet, döviz rezervleri ve hisse senedi ağırlıklı portföy yatırımlarından oluşuyor. Şu anda Çin’in elinde 3,7 trilyon dolarlık ABD devlet tahvili var. Bu rakamın 5 yılda nerelere çıkacağı tam bir kesinlikle saptanamıyor. Ama birçok çevre için kabus konusu olduğu kesin. Bu arada, 2000 ile 2014 yılları arasında sadece Avrupa’da 1000’i aşkın Çin şirketi kurulduğu veya füzyonlar ve devirlerle yerli şirketlerin Çinlilerin eline geçtiği biliniyor. Bunların değeri de 46 milyar avro. Şimdilik.  Yükselen Çin yıldızı bir yana, bunun başka sonuçları var.

Sadece bu örnekler bile Berlin’in ve Merkel’in, ne kadar “vasal” ruhlu olurlarsa olsunlar, ekonomik çıkarları gereği bazı adımları atamayacağını, emperyalist ve her şeye egemen bir üst akıldan söz edilemeyeceğini kanıtlıyor.

Bu çelişkiler, bizim gibi bölgelerde çok daha ağır ve acımasız kırılmalar yaşanacağının göstergesi. Irak ve Suriye gibi, Yunanistan gibi... Bilemiyorlar ne yapacaklarını; gerektiğinde halkları birbirine kırdırıyorlar. Sonuç: Emperyalist akıl çok parçalıdır, yani birçok çıkar ve akıldan oluşan bir büyük çelişkili gaddarlıktır. Bunun siyasi rejimiyse içeride sadece “demokrasi” olabilir. İşte o demokrasiyi yakılıp yıkılan, yağma edilen azgelişmişlere ithal, ters sonuçlar veriyor. Alçak tansiyona karşı üretilmiş ilacın yüksek tansiyon hastasına verilmesiyle ortaya çıkan cinayetler döneminden geçiyoruz. Sermaye kârları için üretilmiş ilacı ithal edip yoksullara zorla yutturmaya kalkarsanız, kendi halklarınızı ve coğrafyanızı benzersiz acılara gark edersiniz. Tabii, bu arada bütün zenginliklerinizi de emperyalist merkezlerin sofrasına taşımış olursunuz. AKP ve MHP’nin bu kârlı işte CHP ve HDP’nin doğal ortağı olduğunu her gün yeniden ve yeniden yaşıyoruz.

Okuduğumuzda görüyoruz. Batı basını saklamak için binlerce takla atsa bile alternatif kaynaklardan okuyup karşılaştırmalar yapabiliyoruz. Yanı başımızdaki felakette, Atina’da, ne yaptığını bilen örgütlü bir işçi sınıfı partisi var: KKE. Öyle bir şey ki bu, KKE’ye düşmanlığı sol politika sanan ahmaklar için bile bir şans.

Darısı başımıza, diyelim. Ama bilelim: Böyle bir şansı farklı ölçekleriyle burada yaratamazsak, bu coğrafya on yıllarca dikiş tutmayacak, çekilecek acılar Yunanistan’ı, Suriye’yi falan “solda sıfır” bırakacak. Haziran’ı yeniden düşünmemizde yarar var.