Devrimciler: Bacağı kırık yarış atları?

Herhalde 12 Eylül’den beri verdiğimiz resmin kalıcı olduğunu düşünüyor sermaye ve onun “demokratları”. Kafalarındaki şöyle özetlenebilir: “Bunlar yarış atları, ama en az bir bacağını kırdığımız yarış atları, bu yarışı kazanmaları mümkün değil, hatta hâlâ yarışta ve parkurda dolanmaları bile mucize.”

Mucize?

Öyle. 12 Eylül’de bırakın bacağımızı, adeta belimizi kırdılar, kendi hatamızdı ve on yıllardır o acılarla hareket ediyoruz, ama yarışı bırakmayışımız gerçekten bir mucizedir. Biz, varız.

Varız: Avrupa ağırlıklı Avrasya’ya yayılmış en büyük üç dil/kültür alanından biriyiz, tam ortadayız ve o kültürlere sığmış büyük çıkışlara kendimizce ortak olabilmişiz. 150 milyonluk Rusça ile 100 milyonluk Almanca kültür coğrafyalarının ortasında 100 milyonluk bir “Türkiye Türkçesi”. Böyle ilginç ve olmadık aydın yükselişleri içeren bir kültür alanının temsilcileriyiz. Ne sürprizlere gebe olduğumuzu kimse bilemez.

Şu, doğrudur: Artık bir asır kadar uzak görünen 12 Eylül’de eğer Türkiye solu, ana akımlarıyla sosyalist yönelişli bir hükümet projesini, bir toplu çıkışı pratiğe dökebilseydi, o “sol Türkiye” kendi sosyalizmini dünya sosyalizmine bir katkı, bir “ateşli rayiha olarak” kabul ettirebilseydi, dünya tarihi kökünden değişirdi. 1989’un yanından bile geçilmezdi. CHP’cilik ve çeşitli varyasyonları Türkiye devrimcilerini bitirdi, hepsinin bacağını kırdı, ama onlar yine de yarışı bırakmadılar, haklarını yemeyelim. “Vardık, varız, var olacağız!” demeyi sürdürdüler.

Kendimiz düştük, “kendi düşen ağlamaz!” deyişini iyi bildiğimiz ve içselleştirdiğimiz için, ağlamadık. Ağlayanlarımız CHP’ye, HDP’ye, “cemaate” ve AKP’ye dağıldılar; ikbal avcılarıydılar... Biz, artık bizim -kırık bacaklarımızla- bitiremeyeceğimiz bir yarışın, sınıflar mücadelesindeki sosyalist iktidar hedefinin, yetişmesine katkıda bulunduğumuz genç kuşağın (“98’liler”) görevi olacağını biliyorduk.

Dolayısıyla, şimdi bizlere bakıp “Bacağı kırık, yazık yarış atları bunlar, hiç şansları yok!” diye kendilerini avutanlar, arkadan kopup gelen genç aydınlarımızı, aydın adaylarımızı, artık mafya örgütlenmesine dönüşmüş egemen sendikacılığı temelden reddeden yeni işçi sınıfı militanlarını görmek istemeyen “muhallebiciler”, fazla sevinmesinler...

Bacağımızın kırık olduğu doğrudur. Bırakmadığımız bu yarışı bitiremeyeceğimiz de... Ama genç arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin, bütün alışılmış, aşılması gereken konvansiyonları eskiten yepyeni bir kuşağın entelektüel aşkınlıkları ve sol iradeleriyle gerilerden kopup geldikleri, onlara bir şeyler aktarabildiğimiz de doğrudur.

Sermayenin militanlarına, “teknokratsia”ya, hatırlatalım: Bize acımayın!

Kendinize acıyın!

Bu halimizle bile yarışı sürdürdüğümüze şaşırın ve pılınızı pırtınızı toplayın. Size önerimiz olsun.

Büyük felaketimizin içinde, büyük bir çıkış da saklı çünkü.

İlk sinyallerini Haziran İsyanı’nda veren, son yıllardaki kirli CHP-HDP oyunlarından uzak durmuş bir devrimci kuşağın neler yapabileceğinin kimse farkında olmayabilir.

Sermaye ve onun dinci/milliyetçi/liberal militanlarının, parkuru ve yarışı doğru okuyamadığı anlaşılıyor. Şansımız, tam da burada.

“Biz” dedik: Önemli olan, arkamızdan kopup gelen ve hepimizi geride bırakacak olan devrimci/aşkın kuşaktır.

Fiilen de ortadan kalkmak üzere olan bir cumhuriyetin son kalıntıları içinde boy veren, entelektüel donanımlarına karınca kararınca katkıda bulunduğumuz genç devrimciler, yepyeni bir enerji kaynağı olarak sahnede.

Bize bakan, onları görmüyor. İyi. 1917-18 (Sovyetler Birliği), 1923 (Türkiye Cumhuriyeti) ve 1945-49’da da (Alman Demokratik Cumhuriyeti) görmemişlerdi. Çok iyi. Sözünü ettiğimiz üç büyük kültür alanında, tarihsel konvansiyonları yerle bir eden (“Emperyalizm hiç istemiyordu, ama biz yine de yaptık!”) sürpizlerden söz ediyoruz.

Tarih elbette tekerrür etmez ve her devrim, gerçekten de, bir yanıyla önceki devrimlerin inkârıdır: Sürprizdir.

O sürpriz, birdenbire tarih sahnesine çıkan yepyeni bir kuşağın ürünü olur.

Üzüldüğümüz falan yok yani: Bacaklarımızın kırık olduğu doğrudur, ama gerilerden kopup gelenlerin büyük, gizil enerjisinin bütün havsalaları dağıtacağı da...

Göreceksiniz. Sonra, “söylemediydi” falan demeyin.