Çözülmeye zayıf halka reddi

Görünenle gerçek farklı. Metropollerden söz ediyoruz. Siyasette adeta tek parti ve onun da sayısız sayısız kanatları var; komünizm ise kazınmış gibi. Parti diye ortada dolanan ve parlamentoları dolduran bayağılıkların ortak programına, yani kapitalizmin neoliberal çılgınlığına köklü ve etkili hiçbir itiraz yok. Demokrasi diye tanımsız bir bulamacı, her şeyin üzerine boca etmiş durumdalar. Özellikle de kendisini solcu sanan satıcılar bu konuda çok hevesli. Avrupa’da sol, demokrat sol, artık her neyse, kapitalizmin en şiddetli savunucusu haline gelmiş durumda. Söylediklerinin sosyalizmle bir ilgisi bulunmuyor, ama sol partiler kendilerini öyle sanıyor ve satıyorlar. Düzene kilitlenmekten mutlular.

Almanya’ya bakalım: Sol Parti’deki tek tük yönelimler dışında, ki gerçekten etkili olduklarını söyleyemeyiz, sistemi kökünden reddedebilen, onu aşacak güçte, ciddi bir siyasi odak bulunmuyor. Hepsi bir biçimde demokrasiye yapışmış ve bu tanımsız bulamaçtan bir çözüm çıkarabilecekleri inancına demir atmış durumda...

Tek bir partinin farklı kariyer hesapları içindeki kanatları, partiden çok tarikatı andıran örgütlenmeler, çok partili demokrasiyi oluşturuyor. Bunu yutturduklarını kabul etmeliyiz.

Ama sorunlar büyüyor, zenginler daha bir zenginleşiyor, yoksulluk yayılıyor. Aşırı üretim ve karşılıksız para, dünya pazarını havaya uçurabilecek bir şiddet biriktiriyor.

Buna rağmen kitleler sola yönelmiyor.

İşte bu çelişkiyi, ünlü Der Spiegel dergisinin efsanevi yaratıcısı Rudolf Augstein’ın oğlu, Jakob Augstein da soruyor.  The Guardian’ın Almanca ve haftalık, ama etkisiz versiyonu diyebileceğimiz gazetesi Freitag’da yer alan bir söyleşide, Augstein, Oskar Lafontaine’den “İnsanlar neden kitleler halinde sola oy vermiyor?" sorusuna yanıt istiyor. Lafontaine, bunun halka sorulması gerektiğini hatırlatıyor: “Şunu görmek zorundayız: Sol  sadece Almanya’da değil, her yerde egemen kamuoyu tarafından sistematik bir biçimde iftiralarla karalanıyor. Orwell, yalan sürekli yinelenirse doğru olur demişti. Hiçbir yerde antikomünizm halkın bilincine Almanya’daki kadar derin bir biçimde yerleşmemiştir.”

Yanıt buysa, Avrupa Almanyası’ndan, Fransa’dan, Avusturya ve Hollanda’dan vs. demokrasi veya solculuk bekleyenler beklemeye devam edebilir. Godot’nun gelmeyeceği belli.

Bizim söylemeye çalıştığımız da bununla bağlantılı, ama biraz daha farklı: Kapitalizmden ve emperyalist demokrasiden kopamayanların kaderi bu minvalde sürüp gidecektir. Bunların yaşanan krize aspirin önermekten başka herhangi bir yanıtı yok. Kitleler bunu ciddiye almıyor, yoksullaşmaları sürüyor ve yoksullaştıkça da hemen ellerinin altındaki hazır (geri-gerici) ideolojilere sarılıyorlar. Avrupa’nın zengin mutfağındaki yoksullar, yoksulluklarına ortak olan ve rekabetleriyle zaten düşük gelir düzeylerini daha da aşağıya çekecekleri kesin “yoksul yabancıları” günah keçisi olarak görmeye hazırlar. Faşistoid bir partinin, AfD, Almanya’daki yükselişi bununla açıklanıyor. Avusturya’da FPÖ de sırada bekliyor zaten.  

Sosyalist sol, metropollerde güçlü bir “entelektüel küstahlık”, daha doğrusu aşkınlık  üretemedikçe, demokrasiden nasiplendikçe ve sosyalist dönemin aşkınlıklarını soyutlayarak tartışma ortamına getirmedikçe, bu kazınma kaderini yaşamaya mecbur. Metropollerde, düzen dışı solun kitlesel bir şansı olmayabilir, ama entelektüel zeminde bir aşkınlık da oluşturabilir. Yapamıyorlar. Hatta deneyemiyorlar bile...

İş, zayıf halkalara kalmış durumda. Düzenden kopuşu önceleyen entelektüel kopuş da oralardan, daha doğrusu “devrim kelebeğinin üzerinde uçtuğu”  bizim diyarlardan başlayacak demek ki...

Emperyal demokrasinin uşakları, bilinçli satıcıları veya “demokrat bilinç satıcıları”, zayıf halkalardaki sistem dışı sosyalist arayışları, geçmişteki reel sosyalist deneyimleri  değersizleştirmekle meşguller. Meslekleri bu. Bizdeki İslamcı Ankara’nın yaratıcısı kadronun tam da bu emperyal demokrasinin marksistleri olduğunun altını çizmeden geçmeyelim. Biliyoruz: Aydınlanma ve devrimci bir sosyalizmin en etkili düşmanı “Belge’li Birikim Gericiliği”, Türkiye kapitalizminin her hücresine yayılmış, enternasyonal ve enternasyonalist bir bombadır. Cumhuriyet gazetesini bile yerle bir edebilen bir virüsün başarısı tartışılmaz. 1923 projesini yıkan tüccar imamlar bu demokrasi karargâhının dinci tetikçileridir. Her yerdeler. Peki.

AB’nin çeperinde ve krize, dolayısıyla kopuşa yakın zayıf halkalarda düzen dışı bir solun, sosyalizmi hedefleyen ve bunu yakın program olarak propaganda etmeye çalışan bir partinin kitlesel ağırlığı hissedilmedikçe, herhangi bir çıkış beklenmemelidir. Bekleyen de yok zaten. Tam bir çaresizlik egemen: Almanya’da AfD’nin yüzde 14’lere ulaşabileceğini, Sol Parti’nin ise yüzde 8-9 bandında kalabileceğini söyleyen gerçekten ciddi araştırmalar var.  SPD ise marjinalize olmaya hazır; yüzde 20 sınırın altına düşmemek için dua ediyorlar.

Şu olacak: Önümüzdeki pazar akşamı Angela Merkel’in, yeni hükümeti kiminle kuracağı, yani SPD ile mi, yoksa liberallikte en az SPD kadar azgın FDP ve Yeşiller ile mi bir koalisyona gideceği, açığa çıkacak.

Baktığımızda görüyoruz: Gelir düzeylerini ve sefalet farklarını bir kenara bırakırsak, İslamcı Ankara ile Berlin’deki egemen siyaset sınıfının birbirinden çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Derinlerde işleyen, yer yer su yüzüne çıkan toplumsal bir çözülme var. Ama bu çözülmeyi sosyalizme, aşkın bir toplumsal örgütlenmeye bağlayabilecek kadrolar yok. Aydın zaten ölmüş durumda ve geleneksel işçi sınıfı önderleri çürümüşlükte birbiriyle yarışıyor.

Böyle bir yerdeyiz. Bu yerden feraha çıkılmaz. Her türlü rezaletin kaynağından, insana yakışır bir şey çıkmaz. Felaketin içindeyiz. Yeni felaketlerin eşiğindeyiz.  

Zayıf halka, dedik. Bizim, Avrupa solundan, artık ne kadar solsa, öğrenebileceğimiz bir tek şey var: Nasıl böyle çöktüler ve neden bizdeki solu bu kadar kolay çürütebiliyorlar?

Fakat bu kadere ket vurabilecek sinyaller (“düzen dışılık ve acil sosyalizm”) vermeye başlamadık da değil. Birçok şehirdeki 10 Eylül kutlamaları, böyle bir mesaj içeriyor. Onu eklemeden bitirmeyelim.