Türküleri susturmak…

‘AKP her iki yurttaştan birinin oyunu almasına karşın, istediği gibi at koşturamayacak’ deniyor.

Bu bir yanılsama.

Meclis Başkanlığı seçiminde en net örneğini gördüğümüz gibi, MHP ‘gereğini yapmaya’ hazır.

Bu durum parlamento dışındaki hayata da egemen olacağa benziyor.

AKP’nin hedefine koyduğu tüm toplumsal dinamikler, MHP’nin de hedefinde.

Kürt düşmanlığında aralarında bir sınır olmadığını Silvan olayından hemen sonra yapılan tüm yürüyüşlerde, açıklamalarda ve köşe yazarlarının söylemlerinde gördük.

Nerede bir barış-eşitlik talebi var, orada MHP ve AKP kol kola giriyor.

Önümüzdeki süreç bu ortaklığın ipuçlarıyla dolu.

Kafatasçılığın kendini bir sanat etkinliğinde ortaya savurması ise, ülkem için yeni bir durum değil.

Anımsayın, Ahmet Kaya “Kürtçe bir şarkı söyleyip, klip çekmek istiyorum” dediğinde, çatal-bıçak fırlatanlar, şimdi de Caz Festivali’nde Kürtçe şarkı söylediği için Aynur Doğan’a minder ve pet şişe fırlattılar.

Saldırganların ise, AKP ile MHP’li kafatasçılar olduğunu saptamak zor olmasa gerek.

Bu ikili gerici ittifak, kendilerine ‘Atatürkçü’ diyen bir başka yandaş kanadın da desteğini alarak çoğalmanın peşindeler.

Mesele Kürt düşmanlığı olduğunda aralarındaki suni sorunlar hemen öteleniyor ve birleşip, kin ve nefreti büyütmekte her tür işbirliğine hazır duruma geliyorlar.

Ülkenin içine itildiği kargaşa tam da bu olsa gerek.

Ellerinde bayraklarla sokakları doldurup, ölümler üstünden siyaset üretmeyi mubah sayanlar, kardeşi kardeşe kırdırtan bir düzleme doğru hızla koşturulduklarını ne zaman anlayacaklar?

Tekbir seslerine karışan savaş çığlıkları, bu ülkeyi nereye savuracak?

Bu rezaletin arkasına sığınıp, ‘zafer işareti’ yapmayı ‘vatan hainliği’ sayan İslamcı faşist akıllar ise, hiç boş durmuyorlar.

Sol’un değerlerine saldırmayı görev edinen bu aymazlar, minder ve pet şişe atmayı azımsıyor ‘gereğinin yapılması için’ çağrılarda bulunuyorlar.

Böylesi bir cahil cesaretine tarihimizin hiçbir döneminde rastlamak olası değildir.

Bu silahşorların unvanlarının ‘yazar’ olması büyük bir utanç!

Bu utanmazlığa güçlü bir yanıt oluşturamamak ise, içinde bulunduğumuz yenilmişliğin-ezilmişliğin çocuksu ruh hali olsa gerek!

Ahmet Kaya saldırısından sonra yaşananları gün gibi anımsıyorum. Dönemin siyasi aklı Ahmet’i hedef tahtasına koymuş, katılmadığı gecelerde foto-montaj resimler üretip ‘suçlu’ ilan etmiş, söylemediği sözleri, ‘söyledi’ deyip haber yapmış ve sonunda düşmanlık, ‘örgüt’ üyeliğinden yargılanmasına kadar vardırılmıştı.

Ülkenin sol aklı bu sürece seyirci kalmıştı.

Sesini çıkaran sanatçılar ise, yine aynı çevrelerce tehditlere varan saldırılar yaşamışlardı.

Ahmet Kaya kendini sürgüne vurdu, şimdi Paris’te bir taşın altında yatıyor.

Ahmet Kaya aklına saldıranlar ise memlekette iki kişiden birinin oyunu alarak yanına da kafatasçı faşizmi yedek lastiği yapıp yollarına devam ediyorlar.

Kürt düşmanlığını türkülere ve türküleri söyleyen sanatçılara düşmanlığa vardıran bu akla dur demenin bir yolu olsa gerek.

Önce sanat örgütleri sonra tüm toplumsal dinamikler bu ırkçı saldırıya karşı ortak bir refleks göstermeli ve bu tarihsel yobazlığın sanat-sanatçı düşmanlığı, geniş yığınlara açık edilmelidir.

Susmak, halkların türkülerinin susturulmasına ortak olmak değil midir?

[email protected]