Tiyatorocu…

2010-2011 Tiyatro Sezonu açılıyor.

İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın açıkladığı ilk tur oyunlarının yarısı,‘Osmanlı kutsaması‘ üstüne. Bunun tartışalacağını umarım.

Devlet tiyatroları, “60. yılında 60 yeni yerli oyun” sloganına yenik düştü. Bunun da tartışalacağını umalım.

Olanakları olduğu gibi budanmış özel tiyatrolar, ne üretecekleri-nasıl üretecekleri konusunda çırpınıp dururken,‘bakanlık yardımına’ umut bağlayıp bekleyenler çoğunlukta.

Başvuruların sayısı bu yıl daha artmış durumda.

Vergi-sigorta borçları-salon kiraları kıskacındaki profosyenel tiyatrolar evrak peşinde, bir devlet kapısından, diğerine koşturuyor.

Kendi seyircilerimizin ödediği bilet ederlerinin devlete aktarılan yüzde onsekizlik payının üstüne bakanlığın koyacağı üç-beş kuruş ile oluşturulan fon, yine bazı kuşlara yem mi edilecek?

Oluşturulan seçici kurul hangi kıstaslarla hareket ediyor, kime neyi ne kadar, neden aktarıyor belirsiz.

Sözü edilen ve çok konuşulan ‘salon sahibi olma-çok oynama-turne yapma-sigorta ve vergi borcu olmama’ kıstaslarının dışında politik gözetmelerin ayyuka çıktığı bu uygulama, nasıl meyve verecek birlikte göreceğiz.

Bir önyargı olarak algılansın istemem ancak, yine aynı hanımlara-beylere aynı dilimler paylaştırılır ve altta birileri ezilip-çiğnenip geçilirse, şaşrmamak gerek.

Bu başvurularda yeterli sayıda oyun oynamadan ‘oynamış’ görülenler, faturalar üstünde sahtecilik yapanlar, çakma şirketler üstünden naylon fatura kesenler, çalışanlarının haklarını vermeyenler, salonlara kira borçları takanlar, telif hakları ödemeyip hırsızlık yapanlar, turrne programı ilan edip oynamayanlar, gazete ilanı verip perde açmayanlar, azımsanmayacak kadar çoklar.

Hele çocuk tiyatroları alanında bu ‘sahtecilik oyununun’ hesabını tutma şansınız hiç yok.

İşsiz kalan herkes oyuncu, herkes tiyatro yönetmeni, herkes tiyatro patronu. İl Milli Eğitim müdüründen alınan ‘izin’ adlı kağıt parçasıyla o okul senin, bu okul benim dolaşan yüzlerce topluluk var.

Oynananlara ‘oyun’ demek, akıl işi değil.

Okul sıralarının üstünde, tiyatro kültürüyle uzaktan-yakından ilgisi olmayan onlarca ‘yalan iş’ çocukların hem akıllarını hem paralarını çalıyor.

Bu alandaki örgütlenmelerin suskun kalması da şaşırtıcı geliyor bana.

Bunu engelleyen birlerimi var?

Neden kendi geleceğimizin, çocuklarımızın geleceği ile birlikte karartılmasına izin veriyoruz?

Eğer bu dipte büyüyüp gelişen kirlenmenin önüne geçilmezse ‘oyun’ adıyla çocuklarımıza izletilen şaklabanlıkların sayesinde tiyatro, ‘namaz kılma-dua okuma-abdest alma- beş taş-sek sek-yakar top-ip atlama-gerdan kırıp göbek atma’ gibi algılanıyor olacak.

Sözünü ettiğimiz bu tilki akıllı tiyatorocu tayfaların büyük bir yüzdesi bakanlık yardımı için başvuruyor ve nerdeyse her yıl destek alıyorlar!

Alan örgütlenmeleri suskun oldukça da Bakanlık bildiğini okumaya devam ediyor.

Bakan’ın iki yıldır, ‘daha çok yerellere katkı sunmak istiyoruz’ diye özetlenebilecek bir amacın peşinde olduğu biliniyor.

Yerellerde tiyatro adına yapılanların büyük bir çoğunluğunun bazı vakıflar ve dernekler aracılığı ile yürütülen, içerik-estetik kaygıları taşımayan, tiyatro sanatının paçasına yapışıp alanı aşağılara çeken, ‘iki kalas-bir heves’ işler olduğunu bilmemek te tuhaf!

Bu ülkede hangi yerelde sağlıklı bir tiyatro çalışması yapılabiliyor diye sorsanız, yanıt alamazsınız.

Bakan Bey bilmez, ‘yardım kurulu’ bilmez. Laf ola beri gele. Sanırsınız, ülke tüm yerellerinde tiyatro yapılan bir cennet!

Üniversitelerde de durum farksız.

Yıllardır tiyatro klüpleri aracılığı ile seslerini duyuran bir çok üniversite topluluğu artık can çekişiyor.

İstanbul Ünivesitesi ÖKM’de olduğu gibi kimilerine de dekanlıklar can çekiştiriyor. Vuruyor beynine balyozu. ‘Ben yaptım oldu’ deniliyor. Öğrencileri dinlemiyor, sanatçıları dinlemiyor, alandaki meslek kuruluşlarını dinlemiyorlar.

Ünivesitelerde yapılan tiyatroların durumları-gelecekleri idarecilerin iki dudağının arasına sıkıştırılıyor.

Böylelikle üniversite topluluklarını, bazı ulusal ve uluslararası fonlara mahkum ediliyorlar.

Ancak, oralarda hangi kıstaslar, hangi veriler, hangi çarklar işler bilinmez!

Örneğin, 2010 AKB Ajansı, neden bazılarına sürekli ‘kıyak’ çeker de bazılarını hep dışlar hiçç bilinmez.

O yapı gözlerimizin içine bakıla bakıla bir çiftlik gibi kullanıldı. Fonlar eritidi-tüketildi.

Bir hesap soranı, edeni yok.

Sorsan da doğru yanıt vereni yok.

AKM meselesinde olduğu gibi. Tüm belgeleriyle suç duyurusunda bulunuyorsunuz, Ajans başı çıkıp suç duyurusunda bulunan örgütleri suçlayarak, kendini aklamaya çalışıyor.

Yandaş basın boy boy bu efendinin açıklamalarına yer veriyor, Bakan Bey bu açıklamanın arkasına sığınıp örgütlere saldırıyor.

Ancak AKM, Taksim Meydanın orta yerinde öyle duruyor.

Ertuğrul Günay, bu bahsin açıldığı her an sinirleniyor. Sol kaşı kalkıyor, yüzünü anlamsız tikler yığını basıyor ve bizlere verip-veriştiriyor. Yargıyı suçluyor. Örgütleri, Kültür Sanat Sen’i suçluyor.

Sanırsınız yetkili olan, sorumlu olan bizleriz.

Halk aldatılıyor, yanlış ve eksik beyanlarla kafa karışıklığı yaratılıyor ve suç üstüne suç işleniyor.

Bunu bu ülkenin Kültür Bakanı ve yine bu ülkenin yasaları ile kurulmuş bir Ajans’ın başı birlikte yapıyorlar.

Yandaşları Hadi Uluengin, Engin Ardıç gibi şanları bildik yazarlar, köşelerinden ‘destekler’ sunup yalanın yenilir-yutulur olmasına katkı sunuyorlar.

Evet yalan söyleniyor ve yargı susuyor.

Emek Sineması sürecinde de yalan söyleniyor, Hasankeyf sürecinde de yalan söyleniyor, Allianoi’nin kumla örtülmesi sürecinde de yalan söyleniyor. Müzelerin-kütüphanelerin-ören yerlerinin birilerine peşkeş çekilmesi sürecinde de yalan söyleniyor.

Şimdi, ‘özel tiyatrolara devlet yardımı’ için başvuran topluluklar, tiyatrolar, şirketler, vakıflar, dernekler tanımlamaya çalıştığım gerçekleri ne kadar biliyorlar dersiniz?

Eğer biliyorlarsa, böyle bir bakanlığın hangi tasarrufu hakça olabilir, hangisi hukuk içinde olabilir, hangisi eşitlikçi olabilir?

Okul sıralarının üstüne çıkıp, ‘tiyatro’ adıyla çocuk aklını çalmaya çabalayan tiyatorocu ile, bu bakanlığın arasındaki farkı bilen varsa beri gelsin.

[email protected]öm