Söz…

Aramızda büyük bir sorun var, hiç bir konuda anlaşamıyoruz, ben hazan mevsimini sevmiyorum ‘ölümdür’ diyorum dinletemiyorum.

Hani biz de yol aldık hayattan, biz de kapının eşiğine yakınız belki ama bizden önceki kuşakların bu kadar acele etmesine de zorlanıyorum.

Ne bu şimdi, benim bildiğim kızılcık ağaçları meyvelerini dökeli çok oldu, Kiraz mevsimi çoktan bitti, Ihlamurlarınsa kuru kokusu kaldı yalnızca ee niye bu üst üste gidişler.

Şunu da anlamıyorum, niye can evimizden vurulan hep biz oluyoruz, yok mu bu memleketin katili, soysuzu, hırsızı, canavarlaşmış din istismarcısı, talancısı?

Durmaksızın akıl zenginliği yaratıcılarımız yitiyorlar, tahammülün de bir sınırı var.

İşe bakın, Üstün Akmen gibi; hayata yalnız aşk, eşitlik, barış, kardeşlik sözcükleri katmış, her şiirin dizesine vurgun, her resmin içinde gezgin, her şarkının sesi, her heykelin ruhunda nefes, her oyunun içinde ışık-ses-renk-ritm olmuş her opera, bale ve senfonin canı, sanat için adaletsizlik ve hukuksuzluk için çıkılan meydanların erdemli yoldaşı birden bire susuverdi.

Olacak şey değil.

Tiyatro sahnesinin kurulduğu her yerde sokakmış, meydanmış, apartman dairesiymiş, bodrum katlarda izbelikmiş aldırmadan elini dostlarına uzatmış bir gezginden söz ediyoruz ve gördüklerini sayfalarca kâğıtlara dökerek emeğe saygıyı yücelten birinden.

Sanat vurgunu olup ta aşk tutkunu olmak öyle kolay mı?

Tutkuyu kuşanmazsan eğer hangi aşk kardelen gibi direngen ve özgürdür?

Doğan güne, açan çiçeğe, sokakta kediye, ağlayan çocuğa, düşen yaprağa, kurutulan dereye, kirlenmiş ellere, kanayan bedene, parçalanan heykele, karalanan resme, yasaklanan oyuna, talan edilen sanat yaratı alanlarına, yasağa, sansüre ve sızlayan yüreğe dair sözün yoksa neye yarar yapay ışıkların altından düzmece sözcükler bağırmak?

Neye yarar ‘iki kalas bir heveslik’ hayat?

Hem kendini hem biz olan bizi değiştirecek sözün yoksa neye yarar o şatafatlı kostümler, boya çanağına batmış o maskeli yüz?

Dahası var ‘eğer sanat dediğin şunca şey dokunmuyorsa göğüs kafesinin orta yerine ne işe yarar’, ne işe yarar  ‘elimden tutmuyor beni sana dokundurmuyorsa, ne işe yarar emekçilerin sevinçleri, hüzünleri, umutları, direnişleri yoksa ortada?’

Dedim ya dostluğun sabah güneşleri gibi olmasını isteyenler çabuk göçüyorlar, insanlığın mutluluğu için yola dizilenlerde öyle, şarkılarında ışık yakıp geleceği aydınlatanlarda öyle.

Evet, bildiktir ‘her ölüm erken ölümdür’ ama böylesi yaşama ve hayata ve geleceğe tutkusunu gericiliğin bağrına bağrına inatla savuran bir dostluğun göçmesi, elem ve acıdan hüzün ve gözyaşlarından ötedir.

Şimdi Üstün Akmen yok.

Onsuz yoksunlaştık.

Onsuz yoksullaştık.

Bir yanımız onun yüreğinde kaldı bir yanımız Atatürk Kültür merkezi’nin önünden hayata söylediğim son sözlerde.

‘Sanat korkakların işi değildir hele tiyatro hiç değildir.’

Gülüşünü hatırlıyorum, sonra ceviz ağacı gibi kollarını açıp kucaklayışını ve “ Biz haklıyız biz kazanacağız, yıkamayacaklar burayı sonuna kadar direneceğiz” sözcüklerini.

Söz Üstün ağabey söz, sonuna kadar direneceğiz.

Sonuna kadar.