Müsamere…

Siz, bir yargı mensubunun emir alarak iş yaptığını şöyle suratına bakarak anlayabilir misiniz?

Hadi olmadı, konuşmaya başladığı an ‘bu adam görevlendirilmiş’ diyebilir misiniz?

Hani öyle, giyim-kuşam-saç-bıyık kesimi gibi şekilci dışavurumdan filan söz etmiyorum.

Ben artık anlıyorum.

Adliye’ye gide gele işin sırrı çözüldüğünden değil, mesleki olarak edindiğim ‘gözlemcilik’ bazen çok işe yarıyor.

Adam savcı, avukatınla birlikte odasına giriyorsun, önünü iliklemişsin, şapkan elinde ‘iyi günler’ diyorsun, başını kaldırıp bakmıyor bile.

Bir dosya inceliyor, karşısında sakallı bir genç, onunda elinde dosyalar var, belli ki yazıcılardan bir memur, ancak ne kravatı var ne ceketi, karma karışık bir sakal, hırpani bir kıyafet, başka yerde görsen ‘memur’ diyemezsin.

Savcı efendi, bir kalemle önündeki dosyanın orasını burasını çiziyor ‘küfür değil, sinkaf yazacaksın kaç kez söyledim’ diye yarı kızgın bir fırça çekiyor, sonra ‘hadi al yeniden yaz’ deyip notlarla dolu bir sayfayla birlikte dosyayı memura uzatıyor.

Anlıyorsunuz ki bu kımıl bir dava dosyası yazıcısı.

‘Beni çağırtmışsınız’ diyorum.

Avukatım Özgür dosya numaramızı söylüyor, halen yüzümüze bakmış değil, kalkıyor yerinden, eliyle koymuş gibi bulup getiriyor.

Bakmıyor bile dosyaya, ‘adınız neydi’ diyor söylüyorsunuz, ‘Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret etmişsiniz’ diyor.

‘Nerede etmişim?’

‘Ne o meydanın adı, Galatasaray mı orda, arkanızda ayakkabı kutuları, içinde paralara dolu bir maket, üstünde milyonları evlerinde zor tutuyoruz yazıyor’

Alıyor beni bir gülme.

‘Bu şimdi Cumhurbaşkanı’na hakaret mi, diyelim ki size göre öyle, benle ne ilgisi var, oradayım ama o maketin önünde duran ben değilim, bakın şu şapkalı olan benim, polisler beni oradan ayrıştırmış şu köşede, yuvarlak içine alarak altına adımı yazmışlar.’

Şaşırıyor, ilk kez bir fotoğrafa bir bana bakıyor, inanamıyor bir kez daha bakıyor.

‘Bakın savcı bey, bu fotoğraflarını gösterdiğiniz eylem, İç Güvenlik Yasa Tasarısı denen faşist dayatmaya karşı meslek odalarının, sanatçıların, siyasi partilerin, milletvekillerinin, sendikaların katıldığı ortak bir basın açıklamasıdır, ben de oradaydım, destek verdim, bu tür tüm açıklamalara, eylemlere dünden bugüne destek verir, katılımcısı olur, gerekirse konuşur, sunum yaparım.’ Hemen araya giriyor ‘Basın açıklamasını siz mi yazdınız?’

Yine gülüyorum.

‘Hayır, ben yazmadım, ama açıklamanın içeriğine katılıyorum, polisleriniz gece televizyonlarda benden film izliyor, gündüz bir eylemde filan görünce hemen ‘işte o’ diyerek olayla ilişkilendirmeye çabalıyorlar, burada olduğu gibi.’

Bu açıklama, var olan yasaların tanıdığı o kısmi özgürlükler kapsamında gerçekleştirilmiştir, ama anladığım kadarıyla siz açıklamanın içeriği ile değil arkadaki ayakkabı kutuları, paralar ve yazıdan oluşan maketle ilgileniyorsunuz ve bunun Cumhurbaşkanı’na hakaret olduğunu düşünüyor beni ve oradaki insanları bununla suçluyorsunuz.

Bu komik, sizce de öyle değil mi, sormak isterim gerçekten buradan bir sonuç alacağınızı düşünüyor musunuz?’

Başını yine kaldırmadı, ‘mahkemenin takdiri, yorum yapamam’

‘İyi de davayı siz açıyorsunuz, söylemiyor musunuz bu tutanağı tutan, şu resimleri çekip önünüze dosya olarak koyan polislerinize, bu ne buradan ne çıkar, demiyor musunuz?2

‘Biz gereğini yaparız’ diyor.

Gereğini yaparız!

Kâtip çağırıyor, yazdırıyor ifademi, yukarıda söylediklerimi tekrar ediyorum, bana polisin çektiği resimlerden birini işaret ederek gösteriyor, ‘tanımıyorum, bakın oradaki vekilleri, kurum temsilcilerini, sanatçıları tanıyorum, hepsinin adlarını dosyalamışsınız zaten ama bu yurttaşı tanımıyorum’

Kimlik bilgilerimi açık adresimi, telefonumu kaydediyorlar.

‘Bu kadar mı hepsi, beni bunun için mi ayağınıza çağırttınız, ben 44 yıldır bu ülkede sanat üretiyorum, böyle haber bile olamayacak bir seviyesizlik için mi buradayım, kim diyor sizlere açın bu davayı diye?’

Susuyor, yüzüme bakmamak için masanın üstüyle ilgileniyor, kâtibin yazdıklarını okuyorum, avukatım okuyor, gülüşüyoruz,  imzalıyor çıkıyoruz.

Aradan günler akıp gitti, bu sabah mahkemeden çağrı geldi.

Savcı ifademi dikkate almamış davayı açmış.

17 Haziran sabah 9.30’da, ‘gelmezseniz tutularak getirileceksiniz’ diye beni mahkemeye davet ediyor.

Şimdi bu yazının okuru sizler, ‘Eee ne bu’ diyeceksiniz biliyorum.

Bugün yargının önemli bir bölümü, Cumhurbaşkanı’na hakaretten dava açmak için görevlendirilmiş sözde hukuk adamlarıyla dolu.

Ülke batıyormuş, savaş varmış, yolsuzluk, hırsızlık, talan yaşanıyormuş, çocuklara tecavüz eden, öldüren katiller içimizde dolaşıyormuş umurlarında değil, tüm işleri; ‘RTE’na kim ne dedi’ diyerek dava açıp, insanları yıldırmak, cezalar yağdırarak mağdur etmek, suskunluğu çoğaltıp talan ve yalan saltanatını sürdürmek.

Hay böylesi hukuk kadar taş düşsün başınıza diyeceğim ama taşın altında biz varken onlara ödül yağıyor.

Aklıma Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade adlı oyunu düşüyor.

Neredeyse replik replik anımsıyorum. Uğur ağabeyi yargılayan askeri savcılardan birini ben oynamıştım.

Değişen hiçbir şey yok, hay Faşist darbenin omuzları yıldızlı Askeri savcıları, hay AKP’nin üniformasız savcıları.

[email protected]