Kara Ankara...

Yaşadığımız kentlerin dokusu, her gün daha da kirleniyor.

Giderek çevreye karşı, doğaya ve başkalarının yaşam alanlarına karşı, daha dikkatsiz bir toplum olmaya başladık.

Sokaklarımız, caddelerimiz, kasabalarımız, kentlerimiz pis.

Yaklaşık bir yıldır, sıkça, Anadolu kentlerine turnelere gidiyorum.

Birçok kent, benim bildiğim kent olmaktan çıkmış.

Aklımda saklı tuttuğum resimleri, birileri silip süpürmüş!

Hani bazı meydanların, alanların özel simgeleri vardır ve onlarla anılırlar bilirsiniz.

Kentlerin dokularını bozmak isteyen kara akıllılar, önce o simgelerle oynuyorlar.

Heykeller, ağaçlar, parklar, tarihsel kimlikli binalar, bulunmaz değerdeki mimari örnekler teker teker yok ediliyor.

Kavşaklar, ya köstebek yuvasına dönüştürülmüş ya da alt-üst geçit saçmalığına kurban verilmiş.

Kentlerin altyapıları oyulmuş.

Yıllar sonra, kısa bir kent turu yaptığım Ankara, adeta kirlilik tarafından teslim alınmış.

Önce, kentin akciğeri sökülüp alınmış yerinden.

Tel örgülerin arasından dalıp, dalından elmalar kopardığımız Atatürk Orman Çiftliği yok artık.

Serilip uzandığımız çimenlikler, mesire yerleri birilerinin malı olmuş.

Onlarca dönüm büyüklüğündeki meyve ağaçları, çiçek ve sebze bahçeleri yıkılmış.

Bu, İ. Melih Gökçek denen adam, Cumhuriyet Başkenti'nin içini oymuş.

Kentin en merkezi alanında bulunan ve tüm halkın nefes aldığı Gençlik Parkı'nın orta yerinden beton binalar yükseliyor.

Sandallarla içinde dolaştığımız havuz, taş ve inşaat artığı ile dolu.

Benim de yıllarca oyunlar oynadığım, binlerce seyirci ile buluştuğumuz Açık Hava Tiyatrosu yıkılmış, yok edilmiş.

Hemen yanı başında bulunan, Belediye Kent Orkestrası binası da yok olmuş.

Gençlik Parkı'nın alt başındaki, törenlerin ve at yarışlarının yapıldığı Hipodrom alanı da ranta teslim edilmiş.

Binalar, binalar, binalar... dört bir yan betona çevrilmiş.

Gösterilere ev sahipliği yapan Sıhhiye Meydan'ı ise, meydan olmaktan çıkartılıp çirkin su havuzlarına teslim edilmiş. Güzelim heykeller yalnızlaştırılıp yaşamdan koparılmış.

Sıhhiye Köprüsü'nün Ulus tarafına ise, dünyanın en çirkin mimarisi olarak 'Ankara Adliye Sarayı' kondurulmuş durumda.

Nazi Almanya'sının toplama kamplarındaki binalar gibi, hücre pencereli bir abide!

Bilinir Ankara'da toplumsal mücadelelerin hak arama alanı olan meydan, aslında Tandoğan Meydanı'dır.

Ankara halkının bayramlarını kutladığı ve binlerce gösteriye ev sahipliği yapan bu meydanın orta yerine, alt geçit yapılmış ve alanın iki ayrı yönüne metro durağı kondurulmuş.

Çevresindeki ağaçlar kesilmiş, Heykelli Havuz ise görünmez kılınmış.

İ. Melih gereğini yapmış, Tandoğan Meydanı'nı gösteri meydanı olmaktan çıkarmış.

Eski Otobüs Terminali'nin olduğu yerden ise, anlamsız bir gökdelen yükseliyor.

Önündeki o tuhaf kavşaklı geçidin, sırrını çözmek oldukça zor.

Kızılay Meydanı'ndaki durum ise, gerçek anlamıyla içler acısı. Bir kentin merkezi ancak bu kadar çirkinleştirilir.

Tarihi Kızılay binasının yerinden yükselen yapı, korku filmi platosu gibi.

Meydanın altında, bir kirli çıkar kavgası var ki sormayın.

Dükkanlar, dinci gruplara peşkeş çekilmiş.

Buradaki mescit, 'bir boy gösterme yeri' olarak kullanılır olmuş.

Üstüne şiirler yazılan Güven Park'taki "o heykel" mahzunlaşmış.

Bakımsızlık ve ilgisizlikten ötürü ruhu çalınmış sanki.

Milli Eğitim Bakanlığı, halkın dinlenme alanını işgal edip neredeyse orta yerine koskoca bir bina kondurmuş.

Burada da güzelim akasya ağaçları kesilmiş çiçeklikler yıkılmış, banklar parçalanmış, o sevimli küçük havuz çöp yuvası olmuş.

Kızılay'dan Meclis Meydanı'na kadar tuhaf üst geçitler kuşatmış bulvarı.

Asansörleri, yürüyen merdivenleri var ama hiç çalışmıyorlar.

Engelli yurttaşlar içinse, hiçbir biçimde karşıdan karşıya geçiş hakkı yok.

Orman Bakanlığı'nın önünden başlayıp, Meclis bahçesine kadar uzanan o güzelim meydanın da içi oyulmuş. Halk Evleri Genel Merkezi binasının bulunduğu alana yapılan park, kara beton.

Akay Yokuşu yok.

Bir giriyorsun bilinmez bir dehlize, nereye çıktığın belli değil. Yağmurlu günlerde araçlar, bu geçitlerde mahsur kalıyor.

Yukarıda Kocatepe Camii ve beton, beton, beton...

Kavaklıdere, Çankaya ve Esat semtleri birtakım geçitlerle, tünellerle ulaşabileceğiniz semtler haline getirilmiş.

Kuğulu Park, ölü anılar yığını sanki.

Bu sıraladıklarım kara resmin küçük bir yüzü yalnızca.

Her semtte, her mahallede akıllara evvel çevre düzenlemeleri var. Yeşil alanların büyükçe bir bölümü talan edilmiş varolanlar ise ilgisizlikten ağlıyor.

Yağmurlarda sular altında kalan evler, taşan kanalizasyonlar, gün ortasında bile toplanmadığı belli çöpler, çöpler.

Kent, pislik tarafından teslim alınmış.

Böylelikle yaşam, rant alanlarına doğru kaydırılmış.

Kentin tüm çevresini abluka altına alan toplu konutlar, siteler, yapay göletler, parklar, çirkinlik abidesi heykeller, bol minareli camiler, yapılaşmalar için açılan rant yolları anlaşılmaz bir Ankara çıkarmış ortaya.

Aslında, İ. Melih Gökçek, kentin merkezindeki yaşam alanlarını yok etmiş ve tüm bir kenti yoksullaştırıp çöpe atmış.

Merkezi alanlarındaki kültür-sanat kurumlarının da bağırları hançerlenmiş.

Kent dışındaki yalnızlaştırılmış yaşam, kent içindeki kültürel yaşamla bağ kuramaz duruma getirilmiş.

Oluşturulan köyler ve sitelerin hemen hiç birinde tiyatro, kütüphane, okul ve sinema yok.

Yıllardır, başkent emekçilerine onulmaz eziyetler çektiren ve bu günlerde, yeniden insanların onurlarıyla oynamaya hazırlanan, bu kara akıllı ve de tarikat kurnazı adamdan, bir an önce kurtulmalıyız.

[email protected]