Dur bir dinle...

Orhan Kemal 100 yaşında ve hayatımıza kattığı her sözcük ile yaşıyor, yaşatılacak.

Bu ne ışıklı bir durumdur ki, emekçi halkın azap-elem-keder ve sevincini harmanlayarak hayata katan ve umudu öfkeye bal eyleyen biri zamana yenik düşmeden yaşayabiliyor.

“Anadolu derler bana,
taze açılmış gülüm var.
Çile ben de dert bendedir,
türlü türlü hallerim var…”

Müfettişler Müfettişi kaç baskı yaptı bilmiyorum ama şu günlerde yeniden okunması gereken şen-şakrak-şamata ve neredeyse her cümlesi ülkemin yaşanan durumuyla örtüşen bir romandır.

Ankara Halk Tiyatrosu sürecinde, 1984 yılında Erkan Yücel tarafından oyunlaştırıldı ve yönetildi.

Anılarımı ve aklımı hep diri tutan kalabalık bir kadrosu vardı. Arkadaşlarımın her birini sevgi ve hasretle anımsıyorum.

Oyunun müzikleri diler Ebeperi arkadaşıma aittir. Diler’in müzikleri hala aklımdadır ve arada bir mırıldanmaktan çok hoşlanırım.

Anadolu’nun masum, çaresiz ama bir o kadar da kurnaz ve hep kurtarıcı bekleyen bir kasabasına, kelli felli, Ayhan Işık bıyıklı, yürürken iskarpinleri gıcırdayan, eli çantalı, fötrlü bir adam gelir.

Dönem Demokrat Parti dönemedir.

Kasaba arabacılarının içindeki en yoksul ama en muzip, hayatın tamamı ile kendince dalga geçen ve herkesi ve her şeyi bilen Mıstık’ın arabasına biner ve macera başlar.

Mıstık’ın ‘üstün öngörüsü’ sayesinde esnaf, halk ve eşraf arasında bir dedikodu yürür, ‘gelen adam yüksek yerden müfettiştir ve iyi davranmayanın sonu bitiktir.’

“Takım elbise yelekli,
in mi cin mi bir melek mi?
Bu adam müfettiş aman,
müfettişler müfettişi…”

Kasabanın üçkâğıtçı-stokçu-hileci-dinbaz esnafını ve siyasal her tür cambazlığın içindeki eşrafını bir korku alır ki sormayın, hepsi birbirinden habersiz ne yapacaklarını düşünür ve müfettişle görüşmek için sıraya girerler, yalvarır-yakarır, yalanı yalana katar, dert sıralar sonunda rüşvetlerini sunup ayrılırlar huzurdan.

Müfettiş durumdan yararlanmanın yollarını örerken Lokanta’da bedava yer içer, otel de bedava yatar kalkar, yetmiyormuş gibi otel sahibinin kapatması ile oynaşmaya başlar.

Olay büyür, halka Adnan Menderes ağzıyla bir nutuk atar, omuzlara alıp alkışladığında ‘işinin daha da kolay olduğunu’ anlar.

Müfettiş’in gelişi, dönen çarkın farkına varılacağını düşünen ilçenin kaymakamı, belediye başkanı ve emniyet müdürünü çok rahatsız eder, ne yapacaklarını düşünürken İlin valisi, ‘her tür hizmeti görülecek’ deyince zaten hazır olda bekleşenler el pençe divan dururlar.

Olay zaman zaman ağlatacak kadar komik ama daha çok trajikomik onlarca olayla, tam bir yalancı-sahtekâr-hilebazın devletin olanaklarını kullanarak halkını nasıl dolandırdığının-hırsızladığının belgesi olarak biter.

Bugün ülkeme bakıyorum, Orhan Kemal’in müfettişlerinden birileri baş olmuş binlercesi de memleketin altını üstüne getiriyorlar.

Biz hala kendimizle kavga ediyoruz!

Bu ülkenin geleceği için amaçları ortak insanlığın, üç-beş kelimeden oluşan saplantılı cümleler savurması ve derin bir uçurum oluşmasına çabalaması ne kadar yersiz bir davranıştır tartışmıyoruz bile, hızla başka bir dipsizliğe yol alıyoruz.

Saygı sınırlarını aşıyoruz ve en amansız biçimiyle bireysel zaaflarımızı sınırların tepelerine bayrak yapıyoruz.

Ne kazanıyoruz?

Hiç.

Koskoca bir hiç.

Ya bırakacağız, günün ‘müfettişleri’ olan haramiler halkın üstüne taht kuracaklar, ya da el ele verip kurtulacağız bu soysuzluktan.

Sosyalist bir Cumhuriyet kurmanın ilk yolu bu olsa gerek.

[email protected].