Artizler…

Kim umursayacak bilmiyorum ama bir kez daha olsun dillendirmeli ve hem tiyatro hem sanat alanlarının tamamını yakından ilgilendiren yakarışımı yinelemeliyim.

Bir ülkenin sanatçılarının hakları gasp ediliyor, ürettikleri yasaklanıyorsa, festivalleri tırpanlanıyor, sansür ve otosansür gündelik bir iş olduysa, sanat ve sanatçısı düşman görülüyorsa orada büyük bir sorun var demektir.

Yaşadığımız günler toplumsal umutsuzluğun tavan yaptığı zamanlar.

Acı ve keder katmerleşip adaletsizlik ve hukuksuzlukla birleşince suskunluk erdem sayılıyor ve korku büyüdükçe çaresizlik çoğalıyor.

Ancak ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, sanatçılarının direnç çoğaltarak dayatmalara teslim olmadan; kan, kin, nefret ve düşmanlıktan beslenen sisteme karşı gerçeğin izini sürmekten geri durmamaları gerekmez mi?

Hani diyor ya şair ‘mesele esir düşmekte değil teslim olmamakta bütün mesele’ tamda böyle.

Elbette bunun için örgütlü olmak ve önce kendi hak ve özgürlüklerimizi savunur bir zeminde durmak gerekir.

Bizler 79 milyonluk ülkenin her alandaki sanatsal yaratıcıları olarak bunu becerebilmiş değiliz.

Hemen hemen her alanda göz göre göre haklarımızın çiğnenmesine seyirci kalıyor, direnmiyor, teslim oluyor ve işi olacağına bırakıyoruz.

Mesela dizi ve film setlerindeki ilkel toplum örneği çalışma koşullarına susuyoruz.

Soruları çoğaltalım.

Dizi ve Film sektörü denen alanda set emekçilerinden, görüntüye, oyunculardan sanat ekibine ve yönetmenine kadar kaç arkadaşım sendikalıdır ve kaçının sosyal güvencesi var?

Ölümüne çalışmak ne zamandan beri erdemdir?

Sigortaları ödenmeyen ama yaptıkları üretimlerin uzay hakları bile sözleşmelerle gasp edilen biri olarak ‘artizlik’ yapmanın ne anlamı var?

Aynı durum  özel tiyatrolar için geçerlidir.

Bu sezon Kültür Bakanlığındaki destek fonuna başvuru yapan 467 tiyatro(!) var, bunlardan kaçı çalışanlarını sigorta ettirmiştir, kaçının hakları sözleşme altına alınmıştır?

Söyleyelim, toplam 18 tiyatro ekibini koyun bir köşeye geriye kalanlar şu ya da bu biçimde hak gasp ederler?

Birey olarak her yaratıcı susar, haklarının çiğnenmesini karanlıkta bir oyun gibi izlerse, sistem ve onun parçası olmayı becerebilmiş olanlar kazanır.

Ödenekli kurumlarda da hak gaspları birincildir.

Yıllardır ne devlet tiyatrolarında, ne Opera, Bale, Korolar ve Senfoni de, ne Şehir Tiyatroları’nda sanatçı ve çalışan hakları ile ilgili hiçbir iyeleştirme yapılmamıştır.

Bu durum, 14 yıldır ülkeyi talan ve yalana boğanların, nefreti rehber edinenlerin umurunda olmadı, olmayacaktır, tamam anladık da alandaki sendikaların, vakıfların, derneklerin niye sesi çıkmaz?

Tuhafız!

İnsan aklının zenginleşmesi için hayatı renklendirip sevinçlerle sarmalamaya çabalayan; eşitliği barışı, aşkı, kardeşliği kışkırtan ve yalnızca bunun için yaşayan bireyler olarak tek tek ve hep beraber sistemin çarkına su taşıyoruz.

Özeli, ödeneklisi, dizi çalışanı set emekçisi ve diğer tüm sanat alanları yeniden düşünmeliyiz; ‘artizlik’ mi yapacağız yoksa birlikte örgütlenip haklarımızı savunacak ve toplumsal bir örnek mi olacağız?

[email protected].