Toplumsal plak toplayıcısı

Koleksiyoner olmak için olmazsa olmaz üç şey: sevmek, bilmek ve tabi ki para. Bu sacayağının bir de sapı var, o da zaman… Birinden biri eksikse avcunuzu yalarsınız. Müzik tanrıları Ercan İmre’ye hepsini birden takdim etmiş, O da tereddüt geçirmeden basmış gaza plak dünyasına uzanan yolda.

Şimdi böyle insanların bilirsiniz hafif tatlı bazı kıllıkları oluyor. Ercan’da bunlar da eksik değil. Örneğin, bir zamanlar vitrinlerinde sergilemekten gurur duyduğu plaklarını, artık ufak ufak internetten satmaya başlayan dükkâncılara inceden bozuluyor. Hakkıyla ikisini birden sürdürenlerin başının üzerinde yeri, ama cehaletle çakallık arasında devinen sahtekârlara, plak kültürünün sosyalliğini ve duygusallığını öldürdükleri gerekçesiyle uyuz oluyor. Çay kahve içmeden, ufak bir sohbet koymadan alınan plağın pek tatlı gelmediğini düşünüyor. Mahallede komşuluğun bitmesine, apartmanda burun buruna oturan insanların birbirini tanımamasına benzetiyor bunu. Üzülüyor yaşamını plaklara vakfetmiş bir gönül adamı olarak. Sıkılıyor plağı bir metadan ibaret kılan ilişkilerden. Hayatı nasıl yaşamak istiyorsa, öyle görmek istiyor plak dostları arasındaki münasebeti de. 

***

Kendinden 10 yaş büyük ablasının Philips’inde dönerken görmüş ilk kez plak denen mucize nesneyi. Kara yuvarlak bir şeymiş, döndükçe içinden dünyanın en güzel sesleri çıkıyormuş. Yaklaşıp okumaya çalışmış renkli göbeklerinde yazan şeyleri. The Beatles yazıyormuş; hiç unutmamalıymış bu ismi. İlk aldığı plaklar da onlar olmuş sonradan. Beyazıt meydanında bulmuş “Abbey Road” ve “A Hard Day’s Night” albümlerini. 

Sıkı bir progresif rakçı olarak büyümüş; Yes, Pink Floyd ve King Crimson başta olmak kaydıyla senfonik rock topluluklarının plaklarını kovalayarak koleksiyoncu olmuş. Kerbela gibi bir dönemde; bırakın plak bulmayı, doğru dürüst yayın yokken memlekette. Sadece radyoda kırık dökük bir iki müzik programından ibaretti bilgi kaynağı.

2000 yılına kadar Türkçe yerli plak almayı aklının ucundan bile geçirmemiş Ercan. Aynı yıl Avrupa Futbol Şampiyonası’nı izlemek üzere Hollanda’ya gitmiş. İngiltere ve Amerika’dan sonra, 70.000 gibi bir rakamla dünyada en fazla plak koleksiyoncuna sahip bulunan bu ülkede, dünyanın en büyük plak pazarı kuruluyordu. Yılda iki kez toplanan Utrecht’teki fuarda, her defasında 600 stand bulunuyordu.

O yıl gittiği fuarda, o güne değin koleksiyonculuk konusunda büyük bir yanılgı içinde bulunduğu hissine kapılmış. Ülkesinde deli gibi arayarak bulamadığı, bulunca da eşek yüküyle para döktüğü plaklar, aslında hiçte pahalı ve bulunmaz şeyler değildi. Bu nedenle yabancı plakları sadece yurt dışına çıktığında almaya karar vermiş.

İşte bu karar yol ayrımına getirmişti Ercan’ı. Koleksiyonculuk konusunda ciddi bir yol ayrımı bekliyordu kendisini. Memlekette, memleketin müziğini toplayan birkaç çeşit koleksiyoncu vardı. Türkü toplayanlar dışında, Naim Dilmener, Hakan Eren gibi pop toplayan ve Ajdacılar diye tabir edilenler ile Anadolu Rock sevdalıları bu konudaki belli başlı eğilimleri temsil ediyorlardı. Farklı bir koleksiyonculuk türü yaratmak istiyordu. Önce futbol plakları toplayarak girişti işe.

Türkiye’nin sözlü tarihi olarak görüyordu bu plakları; o nedenle Belgesel Plakçılık adını uygun görmüştü koleksiyonculuğunun çeşidine. Taş plaktan plastik plağa 1962 yılında geçilmişti bir Zeki Müren şarkısı ile. 1965 yılında iyice yaygınlaşan, 1975 yılında ise zirvesine ulaşan plak kültürünün bu 10 yılı, popüler kültür tarihimiz açısından büyük önem taşımaktaydı. 10 yıllık iktidarında, ne söylemişse plaklara söylemişti Türkiye. Özellikle ülkenin muhalif sesi, plaklar aracılığıyla nefes bulmaktaydı. Sadece muhaliflik değil, mizahından, erotizmine, seçim propagandalarından, dil derslerine kadar her şey bu popüler kültür kazanında pişmekteydi. Tüm gazeteler kuponlar aracılığıyla plaklar dağıtmaya, plak kulüpleri kurmaya başlamıştı. Toplumun şifreleri bu plaklarda gizleniyordu. Popüler kültür yaşamının çıplak çıktılarını bu plaklardan daha doğrudan veren başka bir format yoktu.

Plakların kapaklarına, içerdikleri anlamlara ayrı önem veriyordu Ercan. Bu yüzden bu konuda ulaşabildiği tüm kitapları edinmiş ve incelemişti. İyi fikirler edinmişti kitaplardan. Türk plak kapaklarını kapak konularına göre tasnif etmeye, koleksiyonculuğunu bu yönde ilerletmeye karar verdi.

Arada pop müziğine de yönelmiş, koleksiyon değeri bulunan tüm pop ve Anadolu Rock plaklarını da toplamıştı. Topladıkça kendi kendine konu başlıkları yaratıyor, çeşidi arttırdıkça toplumsal tarihimizin bir dönemine ilişkin değerli fikirler ediniyordu. Örneğin içki sofrasını kapaklarına taşıyan plaklar, bir dönemin eğlence kültürüne ilişkin önemli ipuçları sunarken, Kemer ya da Haliç arka planlı olmak üzere Unkapanı Çarşısı’nın üst katında çekilerek kapağa taşınan müzisyen fotoları, müzik sektörünün bir dönemine ışık tutuyordu. Aynı şekilde Kıbrıs plakları, felaket konulu plaklar, çocuk şarkıları, şiir okunan plaklar veya özel bir amaç için hazırlanmış plaklar, konusunda sınırsız bir zenginlik sunmaktaydı. 

İşin yan sanayiine bulaşmaktan O da alıkoyamamıştı kendini. Altı yayın dönemi boyunca Gökhan Aya ile birlikte sürdürdüğü programı sonra bir dönem de tek başına yaptı; “Açık Radyo Plak Kulübü Sunar” anonsuyla… Ayrıca bir yayın dönemi de Eraslan Sağlam’ın hazırladığı “Akşama Doğru” programının içinde 10 dakika yer aldı; “Her Plağın Öyküsü Var” adıyla… Öte yandan bir iş adamıydı, üstelik ortakları bulunan bir işadamı. İşler o kadar yoğunlaşmıştı ki ortakları da şikâyete başlayınca tüm programları bırakmak zorunda kaldı, yüzüstü.

O esnada Tan Morgül ile Bağış Erten de “Libero” adında bir futbol programı yapıyordu. Tan, Birgün Gazetesi’ne editör olunca yazı yazmasını istedi, bir yandan ısrarla teşvik etti; şu habire anlattığı plaklar hakkında. İşte Plaklar Arasında köşesi böyle çıktı. Eski plakların öykülerini güncel olaylarla bağdaştırarak anlatıyordu, biraz da esprili… İki yıla yakın sürdürdü bu zorlu uğraşı, işinden ve uykusundan fedakârlık ederek arttırdığı zamanlarda yazarak. 2005 yılında bitirdi…

Bu işler öyle hemen adamın yakasını bırakmıyor. Hakan Dedeoğlu - Aylin Güngör ikilisi, Bant Dergisi’ni çıkarmak üzereydiler. “Tırtıllar Asla Kahverengi Bot Giymez” adında programı yaparken radyodan tanışıyorlardı yine. Dergiye bir şeyler yapmasını istediler. Başladı “Plak Kapağı Notları”nı yapmaya. Dört yıl boyunca yaptı, ne vakit ki dergi internete taşındı, o da bu seriyi bitirdi. Her şey yerinde güzel, bazı işleri doğal mecralarında koparınca tadı kaçıyordu.

Koleksiyon konusuna dönecek olursak… Her konudaki toplumsal hastalığımız harekete geçirmişti onu; hafızasızlık. İnsanlar ne dinlediğini sadece o gün hatırlıyor, bu faaliyet tüketimden öteye gitmiyordu. Plak şirketleri ise bırakın bakkal defterini, çıkardıkları şeylerin çetelesini bile tutmuyordu. Kendine vazife çıkarmıştı, insanlık kültürü namına.

İlk iş olarak sevdiği plak şirketlerinin diskografilerini ve plak kataloglarını yaptı, birer eksel tablosuna. Evdekileri bitirince araziye çıktı, tüm kütüphaneleri taradı. Başta Hey Dergisi olmak üzere, didiklemediği evrakı metruke kalmadı. İlk Disko, Diskotür, sonra Sayan, Odeon, Columbia, Sahibinin Sesi, Yonca… Yaklaşık 200 – 250 plak şirketinin diskografisini eksiksize yakın çıkarmıştı; deli pösteki sayar gibi.

Katalog bilgisine sahip olmadan yapılan koleksiyonculuğun, bilgiden yoksun bir arşivciliğin ve dinleyiciliğin çok anlamsız olduğunu ve bir yere de varamayacağını düşünüyor Ercan.

Şimdi artık ne yapacağını daha iyi biliyordu, çevresinde plak toplayan bir dolu insana oranla ve onlardan artık çok daha avantajlıydı. Onların bilmediği, farkına varamadığı şeylerin ne anlama geldiğini biliyor ve kimsenin almadığı şeyleri keşfediyor ve neredeyse kiloyla, yok pahasına arşivine katıyordu.

Gel zaman git zaman meslek birlikleri kurulunca, telifler de firmalara katalogları üzerinden verilmeye başlayınca etekleri tutuştu yapımcıların. Mallarına sahip çıkacakları bir listeleri bile yoktu ellerinde; ki bu tablo Unkapanı adı verilen bir tarihin özetiydi.

İşte o vakit ortaya çıktı Ercan gibi bir delinin ehemmiyeti. Ercan bugüne değin yürüttüğü bu faaliyeti birbirine domino etkisi yaparak büyütenlerden. Nihai amacı ise bu bilgiyi herkesin kullanımına açacağı bir data haline getirmek. Becerebilirse bir de bunları görsel kitaplar halinde sunmak…

Şimdi 55 yaşında ve yaklaşık 35.000 plağa sahip. Tekstil sektöründe 120 çalışanlı büyük bir firmanın üç ortağından biri iken, bu işler uğruna her şeyden cayan, ortaklıktan ayrılıp iş hayatını sona erdiren bu tutkulu adam, mal varlığının ve kazancının büyük bir kısmını bu sevda için harcamaya devam ediyor. Vazgeçmeye de hiç mi hiç niyeti yok.

[email protected]