Rock Station Hicri

Metal müziğinden zengin olunsa ilk burjuvalarımızdan biri kesinlikle Hicri olurdu. Oysa O halen proleter. Yabancısı için hemen gönüllerimizdeki sıfatını zikredelim; kazandığından fazlasını müziğe yatıran, kaybettiği zamanlarda bile müziğe küsmeyen bu uzun saçlı iri yarı esmer adam, Ankara metal müzik hastanesinde koğuşun delisi Hicri (Bozdağ).

Her şeyden evvel dışarıya verdiği görüntünün aksine son derece tehlikesiz, hatta daha öte hayli kibar biri olduğunu söylemeliyiz. En sakin insanları çileden çıkaracak vakalarda bile kibarlığını elden bırakmayan, ikna edici yumuşak ses tonunu değiştirmeyen bu adam, alabildiğine mütevazı; iç huzuru yerinde, kendisiyle barışık sulhçu bir karakterdir; böyle biline.

Ne diyeyim! Yıllarca Erkin Koray’ın menajerliğini yürüttü, o kırılgan sinirli herifi bir kez olsun kendine küstürmedi. Siz oradan hesap edin Hicri’yi işte.

Onun saldırgan olmayan tabiatını, ezelden beri ağzına et koymamış olmasına bağlayanlar yok değil, ama Hicri’de vejetaryenlere has uyumsuzluktan bir iz bulmak da kabil değil. Bir metalci olarak hiç sigara içmemiş olması derseniz, bu biraz daha inandırıcı. Müzik dışında bir bağımlığı yok mu, ot gibi mi yaşıyor bu herif diye sorarsanız! Hiç olmaz mı? Varsa yoksa kahve ve bira… Verin eline kupa kupa, şişe şişe, yeter artık demez. 

Bir de sohbetçi mi sohbetçi. Yüzünden eksik olmayan gülücüklerle sabahlara kadar konuşur, anlatır. Çok da matraktır; DJ’lik yaptığı mekânlarda bir hafta önce kızılderili, bir hafta sonra kovboy kıyafeti ile karşınıza çıkabilir. Bunlar Hicri’nin işine görsellik katmak için kullandığı DJ’lik gardırobunun -gittiği her ülkeden satın aldığı yerel şapkalardan oluşan koleksiyonun- parçalarından öte bir şey değil.

***

Bir istikrar sembolü ve girişimci ruh olarak 2000 yılının başında Rock Station Cafe’yi açtığında, ilk iş olarak duvarları 743 tane imzalı çerçeveli metal topluluğunun sanatçısının resmiyle döşemiş. Üç oda bir salondan oluşan mekânda her alana da bir ad vermiş: Ronnie James Dio odası, Motörhead odası, Judas Priest odası, Metal Market, bir de isimsiz bir bölme daha… Yemek menüsü de cins: örneğin sosis tavaya Sodom, suya ise Anathema adını vermiş.

Her Cuma akşamı mutlaka yeni bir metal albümünün dinletisi gerçekleştirilirdi. Sadece metalciler değil, FRP’ci gençlik de takılıyordu buraya. Bir buçuk yıl açık kalan mekân, ailevi nedenlerle kapanmış. Kapanmadan kısa bir süre evvel Wacken Festivali’nin kurucu ortaklarından biri olan Peter Zimmerman uğruyor. 10 gün kadar Ankara’da kalıyor ve her gün gelerek burayı gözlemliyor. Sonunda bir şeylerden emin oluyor ve Hicri’ye iş teklifinde bulunmaya karar veriyor. Ortak olmayı çok istiyordu. Hicri ise bir önceki işinde enerji nakil hattı müteahhitliği yapmış, bu sürede çok büyük paraları ve büyük iflasları kısa zaman aralıklarıyla görmüştü. Bu nedenle ortaklık konusuna mesafeliydi, uzun uzadıya düşünmeden reddetti.

Ama Peter illa iş yapacaktı. Bunun üzerine Avrupa’da yaptıkları festivalinin bir benzerini burada birlikte yapmayı teklif etti. Buna olur yanıtını alınca gitti, üç ay sonra tüm çalışmalarını tamamlamış olarak döndü. Metal Travel adında bir iş yapacaklardı.

Önce dünya lansmanı için bir prova tatil tertiplemek istediler. Bodrum’da bir otel kiraladılar ve adını Hardbreak Hotel olarak değiştirdiler. Peter kırkın üzerinde yabancı yazar, gazeteci, editör getirdi. Üç günlük bir prototip uygulandı; gündüzleri geziler, akşamları yemek yeniyor, DJ’ler çalıyor, ufak konserler yapılıyordu. Sponsorlar bile bulunmuştu; hatta Westfallen eyaleti her konuda destekleme kararı alarak bir temsilci göndermişti. Sponsorlar bulunmuş, hatta yurt dışı tanıtımları bile başlamıştı.

Kara Çarşamba olarak bilinen 2001 yılı krizi patlayınca tüm proje rafa kalktı. Oysa Avrupa’nın tüm metal medyasının destekleyeceği bir festival yapacaklardı. 

***

Yetmişli yılların sonunda abisinin ITT Schaub-Lorenz 58’i ile tanıştığında ilkokula yeni başlamıştı Hicri. Onların dinlediği arabesk kasetlerin verdiği iç baygınlığının çaresini, bir okul arkadaşından aldığı ödünç Elvis Presley kasetinde bulmuş; emaneti iade etme vakti geldiğinde de soluğu mahallenin plakçısı Atilla Abi’de almıştı:

- “Ne işin var oğlum senin gâvur müziğiyle.”

- “Olsun abi, ben bunu seviyorum.”

Eline tutuşturduğu Led Zeppelin konserinin içindeki davul solosu (hani şu Moby Dick parçasındaki) yıllarca beyin kıvrımlarına işlendi, ince ince dantel gibi.

Nüfuslu bir ailenin çocuğuydu. Baba Ankara’da şeker fabrikasının kurucularındandı.  Onu alabildiğine özgür yetiştirmiş, gerici örf ve adetlerden korumuştu. Açık görüşlü bir adamdı. Oğluna söylediği tek şey “aman ailemizin adına bir leke getirme” idi. Ne de olsa sürekli Kızılay denen o tehlikeli semte gidiyordu bu çocuk, bir de saç uzatmaya başlamıştı. Yan odada namaz kılan annesini çok seviyordu, ama ne yapsın! Uyarılara karşın Deep Purple ve Judas Priest dinlemekten alamıyordu kendini.

***

Gençlik arkadaşı Aydın ile radyo programına heveslendiler aynı günlerde. En yakın merciinin, BBS FM’in kapısını çaldıktan iki gün sonra, 7 Mart 1993 günü bir yıl sürecek bir programa başlamışlardı bile, Metal Heart adında. Sonra Radyovizyon’a geçtiler ve 1996 yılında da programın adını Rock Station olarak değiştirdiler. Radyoda kesintisiz metal programı konusunda bir dünya rekoruna imza atan bu program inanması güç ama halen sürüyor.

İmkân ve çevreleri genişleyince, her rakçıda görüldüğü gibi bitleri kanlandı; 1997 yılında Saklıkent’te -ticari açıdan çok iddialı olmamak kaydıyla- bir festival yaptılar. Tahmin edemedikleri bir izdihamla karşılaştılar. Meğerse şehirdeki hasta gençliğin serumu buymuş. İkincisi üçüncüsü derken, -şaşırmış olmalıydılar- Kültür Bakanlığı festivalin dördüncü yılında bunlara destek oldu. Alman Rock Hard Magazine “bize gösterilmek istenenin dışında bir Türkiye’yi tanıdık orada” diye yazdı.

Kimse tereyağından kıl çekercesine yapıldığını sanmasın; neredeyse her defasında polis bastı bu festivali, engellenmek istendi. Ama içeride yüzbaşıların, hatta binbaşıların çocukları ve onları yalnız bırakmak istemeyen babaları vardı. Bazı festivalleri Hicri karakolda bekleyerek geçirdi ama ne pahasına olursa olsun, hepsi yapıldı. Zaman zaman kavgalar çıktı, bir Allah’ın kulunu bile dışarı atmadılar, polise teslim etmediler.

Aralarında Sodom, Tankard, Destruction, Caliban, Doro, Rage, Vanden Plas, Dark Age gibi isimlerin bulunduğu dünya devi metal topluluklarını ağırladılar. Gerçi hepsi aynı coşkuyla geçmedi, ya olsun varsın!

Satanizm cinayetleri, deprem, ekonomik gibi sarsıntılarla etkilenseler de, hepsine direndiler; şimdi patlayan bombalara karşı ayakta kalmaya çalıştıkları gibi. Bu festivalin şimdi 19’uncusu yapılıyor.

***

Misyoner herifin teki Hicri, metal müzik dedin mi akan sular duruyor; kendisine uzatılan salatalıkların hiçbirini tuzsuz bırakmıyor. Örneğin içinde bir köşeye sahip olduğu Şebek Dergisi 1999 yılında kapandığında, başka bir şeyler yapmak konusunda çok baskı yapıyor cesareti kırılan Aptülika’ya, ama sonuç alamıyor. Bunun üzerine izin istiyor, yola devam etmek için.

Takıldığı Onaon Cafe’de, açıyor konuyu masanın etrafını çevirmiş bir avuç uzun saçlıya; dergi çıkaralım diyor. Bakmayın herkesin gülüp, eğlendiğine gece boyu Hicri’ye; ertesi gün bir bilgisayarın başında toplandıklarında fire vermiyorlar. Word programında yapılıyor sayfalar, resimler falan kopi-peyst.

Sonraki aşamada iş, mahalleden selamlaştıkları matbaacı abinin insafına kalıyor. Adam da seviyor aklı bir karış havada gezen bu gençleri; borç harç basıyor 500 tane ilk sayıyı. Sonuç mu? Tabi komik, resimlerin hiç biri çıkmamış, ama yine elden ele satılarak neredeyse tamamı tükenmişti, matbaaya paralar bile ödenmişti. İkinci sayıda biraz daha şuurları yerindeydi. Giderek iyileştiler, kapağı renklendirdiler; şaka maka tam 40 sayı boyunca yaşadılar. Bu yıllar o kadar romantik yaşandı ki, birinin yazısına yer kalmayınca yapılan tek hareket reklamları, ilanları çıkarmaktı. Para kimin umurunda allasen! Arada tirajın 3.000’e kadar çıktığı oldu, buna rağmen para kazanmadılar, ama neyse ki en azından olmayan parayı batırmamışlardı.

***

Dedik ya her tarakta bezi var diye. Altı ayrı kanalda televizyon programı yaptı Hicri, Rock Station adıyla. Bunlardan biri eski Gazeteciler Cemiyeti başkanı Ceyhan Baytur’un genel müdürü olduğu CTV idi. Bir gün programdan sonra odasına çağırdı bunları. Bunlar sizin diye gösterdiği üç koca çuvalın içinde izleyici mektupları vardı. Evet, bildiğiniz (ya da bilmediğiniz) zarflı-pullu-damgalı PTT mektubu. Çünkü henüz Milenyum denen namert çağı başlamamıştı.  

Adı Hicri kendi miladi olan bu muhterem, etiyle kemiğiyle tam bir insan evladı. Babanın evladına yapmayacağı kıyaklarına örnek isterseniz: Rock Market’in yeniden hayata dönmesi için tüm arşivini Şener Yıldız’a açması, böylelikle cesaretlendirmesi ve TV8 ile ilişkisini tesis etmesi gösterilebilir.  

Kel alaka olarak da, şu motor sporlarına olan merakı enteresan. Bunlar bir arkadaş grubu olarak zamanında araba yarışmalarına katılmak için Rock Team diye bir ekip kurmuşlar. Olmamış, yarışmalara katılamamışlar ama bizim çılgın yılmamış; federasyona başvurmuş, tedrisattan geçmiş, yarışlara hakem olmuş.

Allah iyiliğini versin be Hicri! Keşke -şu Kızılay caddelerinde boy gösteren zibidilerden değil de- senden üç-beş tane daha olsa.

[email protected]