Bu gece burada kalabilir miyim?

Doksanlı yıllarda underground camiamızda ismiyle kişiliği arasında tezat yaratmış biriydi Mümtaz Eryaman. Çünkü isminin taşıdığı mananın aksine seçkinlerden -kendini öyle ikram edenlerden- nefret eder, hayatın her damlasını kimselere üstünlük taslamayan bir sadelikle içerdi.

Mülkiyet karşıtıydı, plakları dâhil her şeyini paylaşırdı. Komün hayatını benimsemişti. Belinden eksik etmediği çantası, elinden eksik etmediği sobanın üzerinde kurutulmuş filtreli Bafrası, dumandan sararmış devrimci bıyıkları (ki ona Jon Lord ile Frank Zappa arası bir görüntü verdiğinden; sırf bu nedenle Zappa Mümtaz diyenler bile vardı), pazardan alınmış markasız yırtık blucini, spor ayakkabıları ile hippi görüntülü bir anarşist sosyalistti.

Uzun saçları, okuduğu Cumhuriyet Gazetesi ve Gırgır Dergisi, sırtındaki parka nedeniyle sayısız kez okulun kapısında geri çevrilmiş, başı yok yere derde girmişti.

Hafif paytak yürüyüşü, sürekli gülümseyen siması ve kapanmak bilmeyen çenesi ile bir kez gördüğünüzde unutmayacağınız tiplerdendi. Ağzı iyi laf yapar, ama hiç küfür etmezdi; ağzından “ulan” kelimesi bile nadiren çıkardı.

Öldüğünde 32 yaşındaydı, hesaplarına göre iki yıl fazla yaşamıştı, çünkü sohbetlerde kendine sadece 30 yıl biçiyordu.

***

Devir karanlık bir devir; yargısız infazlar, derin devlet korkusu, mafya talanı, gırla gidiyor; restorasyon kültürünün atakları nefes aldırmıyor iken Kara çevresinin toplantılarına ve TAYAD eylemlerine katılıyordu.

İnsan hakları savunucusuydu Mümtaz; yeni kurulan ÖDP’yi destekliyordu. İstanbul Üniversitesi önünde imza toplayan türbanlılara hiç itibar etmemiş, “onlar asla bizi savunmayacak, hatta gün gelecek bizzat yaşam hakkımızı elimizden alacaklar” diyerek sanki geleceği görmüş, imza vermeye niyetlenen birkaç arkadaşını caydırmıştı.   

Çevresindeki rokerlere göre azımsanmayacak derecede okuyordu; Kafka ve Rus Edebiyatına düşkündü, özellikle de -İngiliz Dili Edebiyatı terk olduğu için- James Joyce’a takıntılıydı. Hatta -Murat Belge’nin kazandığı çeviri yarışmaya katılmak için- Ulysses’i çevirmeye bile yeltenmişti.

Göztepe çocuğuydu Mümtaz. CHP kadın kollarında aktif bir anne ile mübadele zamanı göçerek Ayvalık’a yerleşmiş terzi bir babanın -biraz el bebek gül bebek büyütülmüş- tek çocuğu.

Çok yorucu bir hayatı isteyerek seçmişti, görüntüsünün aksine kalabalığı sever, içkili ortamların animatörü gibi hareket eder; bir yandan insanlara müzik dinletir, öte yandan bade doldurup sohbet ederdi. Bedenine iyi davranmazdı, kayıp bir ruhtu, karikatürlere malzeme olan klişe solcuların uzağında, mistik bir sosyalistti…

Çevresine topladığı arkadaş topluluğu ile Köprüaltını adeta bir tekkeye çevirmiş, neredeyse kapanana kadar her gece tavaf etmiş, feneri söndürmeden de eve dönmemişlerdi. Yaşamlarını ilgilendiren -okul tercihlerinden evliliğe- en önemli kararları orada, biralarını kafaya dikerken alıyorlardı ki, sokakta kaset tezgahı açmak bunlardan biriydi.

İlk tezgâhını Beyazıt’ta Çınaraltı’nda açmış, ardından Taksim MacDonalds’ın önüne taşınmıştı. Buradaki seyyar komşuları arasında Parkinson Şeref ve Eray Zat vardı. Onu bu işe ilk kez bulaştıran ise Kadıköy’de PTT önünde konumlanan Olcay olmuştu.

***

Tam o sıralar başlamıştı radyoda program yapımcılığına. Kent FM’de “Golden Oldies” ve “Orion” adında -Cenk Akıncı tarafından sunulan- iki program hazırlıyordu. 

Heavy metal müziğine politik nedenlerle ısınamamıştı; bir ikisi dışındaki toplulukların ırkçı, ayrımcı sözlerini, sağcı dünya görüşünü sevmiyor; bunun yerine altmışlı ve yetmişli yılların paylaşımcı görüşlerini benimseyen saykodelik-progresif rock topluluklarını benimsiyordu.

32 yıllık ömrüne üç evlilik sığdırmış, kısa ömrünün ince bir ara diliminde Cihangirli olmuştu Mümtaz. Kent FM’den Hür FM’e geçince, Mecidiyeköy ile Cihangir arasını yürüyerek gidip gelmeye başlamıştı. Kendinden sonra kaybedenler edebiyatı yapıp, radyo programlarında kendini pazarlayan varlıklı şarlatanlar, sadece karşı cinse yazılmak için luzır ayağına yatan palyaçolar oldu, hatta kendi çaplarında ün sahibi de oldular, ama hepsinin gerçeği, rol kesmeyeni bizim Mümtaz’dı.

Kent FM yeniden yapılanmaya gidince Radyo D’ye geçti. Belki de son iyi zamanlarıydı.

Birkaç yıl burada çalıştı, programlar yaptı, mamafih devir yukarıdaki abilere biat eden yakışıklı parlak sistem insanlarının devriydi. Medyadaki çirkin ayak oyunlarının kurbanı olarak uzaklaştırıldı, teselliyi Atari oyunlarında aradı.

***

Matara Sokakta bakla sofa bir dairede kalıyordu ikinci eşi Elif ile. Daire dediğime bakmayın, 15-20 metrekare bir salon; duvarları plak ve kaset raflarıyla kaplanmış. 

Gelenleri gidenleri hiç eksik olmazdı. İyi kalpli, dost canlısı bir insandı. Paylaşmayı sever, talep etmeyi ise hiç bilmezdi. Yakın civarda tüm kafayı bulmuş, eve dönecek parası kalmamış ayyaşlar sora sora Mümtaz’ın evini bulur, çoğunlukla “bu gece burada kalabilir miyim” deme nezaketini bile göstermeden, kapıdan içeri adım atar atmaz en yakın döşeğe yığılıp sızarlardı. Deseler ne yazar? Naçar Mümtaz’ın lügatinde “hayır” yoktu ki. Bir nevi berduş rakçılar sığınağıydı mekânı. Bazı geceler 10-15 kişinin kaldığı şahitler huzurunda ispatlanmıştı.

Eve takılan olağan şüphelilerin anlam veremediği -muhtemelen iş hayatına atılmış eski okul arkadaşları olan- temiz yüzlü kat-kravat gençler, devletin resmi memuru olup, ancak kendini akineton alarak teskin eden meczup bir imam, nereden eve alındığı meçhul iki yaramaz kedi bir yana…

Bu iyi niyeti suiistimal edenlerin sayısı da az değildi. Evine -elbette ayakkabılarıyla- giren çıkan hesapsız insanlar arasında, plak ve kasetlerini yürütenler bile vardı. Mülayim mizacı icabı gülümser geçer, hatta yakalasa görmezden gelirdi. Arşivinin önemli kısmı ya evinden çalındı ya da müzik yaptığı barlarda kayboldu. En son elinde kalanlar -eşine ait eski film afişi koleksiyonuyla birlikte- DJ’lik yaptığı Andon Bar’da eridi, gitti.

***

Elindeki avcundaki tükendiğinde Kadıköy Bahariye’deki Rum Kilisesinin önünde kaset, CD satmaya başlamıştı, yeni evlendiği üçüncü eşiyle birlikte. Tekmil varlıkları iki valizde toplanmış, oraya yakın bir otelde kalıyorlardı.

Alkolizmin pençesinde kıvranırken asker kaçağı olduğu için ihbar sonucu yakalanmış, yaka paça Şırnak’a götürülmüştü. Vicdani retçiydi, anti-militaristti. Eline silah almayı kabul etmediği için sürekli dayak yiyordu. Son kez askerlik iznine geldiğinde topallıyordu, ağzında diş kalmamıştı. Kısa bir süre sonra, 1999 Ekiminde ölüm haberi geldi; hava iznine çıktığı günlerden birinde otel odasında ölü bulunmuştu. Alkol komasına girmişti.

Her hatırlandığında yürekleri cız ettiren Mümtaz Eryaman adı, şimdi Ayvalık’ta -kendi gibi gösterişsiz- bir mezar taşının üzerinde yazıyor.

[email protected]