İslam'dan kurtuluş teolojisi çıkar mı? (I)

Önce şu:

“Bana göre insanlar müminler ve ateistler olarak değil,tersine ezenler ve ezilenler olarak,bu adaletsiz toplumu ayakta tutmak isteyenler ve adalet için mücadele edenler olarak ikiye ayrılmaktadır..” (Süleymaniye Camii Başimamı)

Bir de bu var:

“Halkımızın büyük çoğunluğu her açıdan adaletsiz bir mülkiyet dağılımının sonucu olan insanlık dışı koşullar altında acı çekiyorsa, kırlarda ve kentlerde birçok yurttaşın ölümü ve kaybolması hala bir sır olarak duruyorsa,yurttaşların hükümeti seçme hakkı politik partilerin oyunlarıyla işe yaramaz hale getiriliyorsa, artık daha fazla susamayız..”( Ankara Kocatepe Camii Başimamı)

Hazır başlamışken bir de şu:

“Dünyadaki kötülüklere karşı tespih çekip dua ederek tanrıya yalvarmak yerine toplumsal günah olan kapitalist sömürüye karşı mücadele edelim..”( Diyanet İşleri Başkanı)

***  

Şaka…

Elbette şaka canım. Alıntılar Michael Löwy’ün “Marksizm ve Din, Kurtuluş Teolojisi” adını taşıyan kitabından… Nerede, temsil Kocatepe Camii’nde, Cuma Hutbesinde bu sözleri edecek pehlivan. Bunlar Kolombiya, Nikaragua, El Salvador gibi Latin Amerika ülkelerinin fukara halklarıyla birlikte aynı hayatı paylaşan; çöplüklerden ekmek artıkları toplayıp sebze kökleri ayıklayan, yaşadıkları teneke barakalardan “çeteye çıkan” din adamları. Çıkmakla yetinmediler. Pazar ayinlerinde, vaftiz törenlerinde “…tespih çekip dua ederek tanrıya yalvarmak yerine “ dağın yolunu gösterdiler cemaatlerine. Vazettiklerini iç içe yaşadıkları halkların geleneklerine nispet edip  yeniden ürettiler: İsa, kendileri gibi yoksul doğmuş yoksul olarak ölmüştü ve tabi ki aslen   Nasıra’lı değil, “bizim buralı  fukara bir balıkçıydı”.

Ne ki, beş yüz yıl  önce Almanya’ya da uğramışlığı vardı İsa’nın ve vaiz Thomas Münzer’in ağzından feodal beylere sesleniyordu:

“Yoksulların kendilerine düşman kesilmelerinden sorumlu olanlar, beylerin kendileridir. Eğer ayaklanma nedenini ortadan kaldırmayı reddederlerse, ayaklanmanın kendisini ortadan kaldırmayı nasıl isterler? Ah! benim aziz beylerim, Tanrı demir bir çubukla eski kapların arasına ne de güzel vuracak! Eğer bana,bana bu ne,asi olduğumu söylüyorsanız,ne yapalım,öyle olsun,ben bir asiyim!”

Münzer bir din adamıydı işkence altında öldürüldü 28 yaşındaydı. Engels’ten öğrendik,  “Köylüler Savaşı’”nda  anlattı. Münzer,Prenslerin huzurunda işkenceyle öldürüldü.Engels,bizim sakallılardan Friedrich, ona inanmayacaksak kime inanacağız.

Sonra Michael Löwy Den okuduk Gaspar Garcia Laviana’yı.”Marksizm ve Din, Kurtuluş teolojisi Meydan Okuyor”, Münzer gibiydi:

“Eğer temel insan haklarını büyük oranda tehdit eden ve ulusun ortak çıkarlarına zarar veren ve bir kişiden ya da apaçık adaletsiz bir yapıdan kaynaklanabilecek bir tiranlık varsa devrimci ayaklanmanın haklılığı savunulabilir.” Sonu Münze gibi oldu. İşkence çekmedi. Devlet güçleriyle giriştiği çatışmada öldürüldü Nikaragua’da,1978’ de…Latin Amerika’nın değişik ülkelerinde yüzlerce din adamı öldürüldü. Sonra Papa İsa’yı geri aldı yoksul halkların ellerinden. Vatikan’a geri getirdi.

Tanrı’nın buyruklarının yazılı olduğu İncil’den sapmış, onu fazlasıyla öfkelendirmişti İsa.  Tanrı İncil’den onun kulağına fısıldadı, Romalı ağzıyla:

“Yönetime karşı direnen, Tanrı’nın düzenlediğine karşı olur. Karşı gelenler yargılanır.”

İsa “işittim ve itaat ettim” der.

İsa uslanmıştır. Artık Vatikanlıdır.

Peki,İslam Teolojisinden “bizim buralı” bir Münzer çıkar mı?

Çıkmaz.

Çünkü, bir,İslam doğuşundan itibaren devlet dinidir. Medine devleti İslam dininin esaslarına göre kurulurken; yönetici, yönetilen ilişkisinin nasıl olması gerektiği daha işin ta başında belirlenmiştir.”Ta” dediğim  Uhud savaşı ve takip eden sekiz yıl…Nisa süresi deniliyor, ağırlıklı olarak kadın konusu işleniyor. Kadın denilince de birçok şeyin yanı sıra akla kocaya itaat  geliyor.Bu var. Ancak  sadece kadınların “itaati”  değil kastedilen. Tüm iman edenler işaret ediliyor. Ve sadece Allah’a da değil, Allah’ın peygamberine ve ondan sonra gelecek olan yöneticilere  itaat edilmesi emrediliyor.

“Ey iman etmiş olanlar! Allah’a, peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat ediniz…”

İslam ortaya çıktığı andan itibaren hem Tanrı’ya hem devlete itaati vazediyor. İsa’nın  öğretisi ise  400 yıl sonra devletle buluşuyor. Biliniyor; Roma,400 yıl sonra  İsa’yı yoksullardan çalıyor.  Dört yüz yıl boyunca gizlide yaşayan İsa böylece devlet katında başköşeye oturtuluyor.

Ve epeyce önemli olmalı sınıfsal konumları: İsa karnını zor doyuran bir marangoz, Muhammed ise Mekke’nin en zengin kadınlarından biriyle evli ve onun mallarının mülklerinin yöneticisi varlıklı bir tacir! (Devam edecek)