24 Nisan 1915: Ermeni Göçertmesinde Alman Parmağı

1915’in suçunu dış odaklara yükleyip içerdekileri aklama yoluna gittiğim gibi bir sanıya katılanlar çıkabilir diye başlığı biraz çekinerek yazdım. “İçerdekiler”in günahlarını bilmeyen artık kalmadı. Her 24 Nisan’a doğru gözde sulanmayla başlayıp burun akıntısyla devam eden ve deri kaşıntısıyla doruğa varan “kurdeşen”in nedeni de günahın yüzlerine vurulmasındandır. Ancak günah sadece içerdekilere dair değildir. Kabül edilmelidir ki dış emperyal güçler de işlenen bu büyük suçun ve günahın ortağıdır.

***

Hacı Wilhelm’i bilirsiniz. “İkinci” olanı.

Başta bizimkilerden Enver olmak üzere dönemin genç subaylarının büyük bir bölümünün bıyıklarının kırpık ve bıyık uçlarının fevkalade dik bir şekilde havaya doğru, benzetmek gibi olmasın ama kolalanmış ve kısa kesilmiş yavru fare kuyruğu gibi olmasını hayran oldukları Alman (Prusya) ordusunda yaygın olan bu bıyık türüne özenmelerinden çok, hacı Wilhelm’in özel olarak “maşalanmış” izlenimi veren kibirli bıyıklarına duydukları derin saygının yarattığı sempatiye yormuşumdur.

Sokaktaki ahalinin ilgi alanına girmesinin kaynağı ise tamamen başkadır. Ahalinin elinde Wilhelm’in “gizli din” taşıdığı, dinini değiştirip Müslümanlığı seçtiğine dair kuvvetli deliller vardır! İstanbul’dan sonra Orta Doğu’ya doğru yapacağı seyahatin duraklarının birinde, ki bunun Mekke olması gerekmektedir ve son durak Kudüs olarak belirlenmiştir, “hacı” olacağı ve Almanya’ya döner dönmez oturduğu sarayın kapısını yeşile boyatıp komşularına zemzem suyu dağıtacağına kesin gözüyle bakılmaktadır.

Alman İmparatoru Wilhelm’in sünnetli olduğunu gözleriyle gördüğünü şart koşup kitap üstüne yemin edebilecek bir babayiğit bu güne kadar çıkmış değil lakin Müslümanlığına, burdan kalktıktan sonra da hacca gideceğine inanaların sayısı bir hayli fazla olmalı ki 1898 yılında İstanbul Limanı’na indiğinde, çok büyük bir kalabalık tarafından ilahilerle karşılandığı söylenir.

***

Batılı emperyal güçler Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıkları Fransa Katolikleri, İngiltere Protestanları, Rusya Ortodoksları “koruma” altına alıp, bunlar üzerinden Osmanlı'ya müdahale kanalları açarken sömürgecilikte geç kalmış Almanya kendine “koruyacak” bir azınlık kalmadığını görünce Osmanlı'nın bütünlüğünü korumaya ve müteahhitliğe soyunmuştur.

Şimdilerde “yüklenici” diyorlar evvelce “müteahhit” denilirdi. Herhangi bir “yol yapımı” işi ihaleye çıkarıldığında “yer görmek”, tabir edilir, ihaleye çıkarılan işin güzergahının yüklenici adayı tarafından görülmesi gerekir ki teklif ona göre verilsin. Hacı Wilhelm’in Berlin’den İstanbul’a, oradan da Orta Doğu’ya uzanan seyehatı tam anlamıyla bir iş seyahatıdır. Muradı, hem ihaleyi kapmak hem de sahnelenen bu oyunda Osmanlı'nın bütünlüğünü destekler bir rol üstlenerek kendine bir yer edinmektir.

Şunlar da var ayak sesleri duyulan paylaşım savaşında Berlin-Bağdat demir yolu hattından, Musul’a, petrole uzanmak, bu bir şu da iki: Bu ihale sadece demiryolu ihalesi olarak görülmemeli, yaklaşık 2 bin kilometrelik bir hattır ihale konusu olan ve bu hattın sağlı sollu iki yanında 20’şer kilometre karelik alanda bulunan yer altı ve yer üstü bütün varlıkların kullanım hakkı hacı amcamızın olacaktır. Ha, bitmedi hacı amca dilerse 80 bin kilometre kare, şöyle düşünelim şimdi yaşadığımız Türkiye’nin onda biri kadar olan bu alana kendi ahalisini de yerleştirebilecek, onları yer yurt sahibi yapabilecekti. Sadece bir fikir olsun diye yazıyorum, Almanya’nın kullanımına açılacak arazinin bugünkü Belçika’nın üç katı olduğunu okuduğumda hacı amcanın Osmanlıcı olması için yeterince nedeni varmış diye not düştüğümü belirtmek isterim!

***

Peki bu yazıda Ermeniler nerede?

Şurada:

Bir İstanbul-Bağdat Demiryolu Hattı’nda..

1915 yılının Mayıs ayında çıkarılan tehcir kanunu yürürlüğe girer girmez ilk uygulama Alman yöneticilerin işgüzarlığıyla demiryolunda çalışmakta olan Ermeni işçilerine yapılır. Hattın güvenliği bahane edilerek bir gün içerisinde binlerce işçi ailelerinden habersiz olarak, sürgüne tabi tutulur.

İki Urfa’da..

Urfa’da Ermeni sürgünlerini kuşatma altında tutanlar Alman subaylardı.

Üç Zeytun’da..

Maraş’ın şimdilerde adı Süleymaniye olan kasabası ki Ermeni kırım merkezlerinden birisidir. Askeri birlikleri yönlendiren Alman kurmaylardı.

Dört Musa Dağı’nda..

Kadim topraklarını, köylerini terk etmeyi reddedip çoluk çocuk genç, ihtiyar Ermeni ahalinin hüzünlü öyküsüdür Musa Dağı direnişi. Romanı var. Antakya’da Musa Dağı’nda son bir umut çırpınan Ermenilerin kırılması emrini veren ve harekatı yöneten Alman subaylardır.

Bir de şu var 1914-1918 Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu bütün hatlarıyla Alman Genelkurmayı tarafından yönetildiğine göre Ermeni kırımında Alman parmağını görmemek elde değil.

***

24 Nisan 1915 tarihinde ressamı, müzisyeni, yazarı, oyuncusu, yöneticisi kısaca 2345 Ermeni aydını derdest edilip cezaevlerine atıldıktan kısa bir süre sonra bu mahpuslar İstanbul’dan, Anadolu içlerine sürülmüş, ardından 14 Mayıs’ta Erdirne’den Van’a kadar tehcir uygulaması başlamıştır. Adına ne derseniz deyin, ister göçertme, ister tehcir, ister soykırım yüzlerce yıldır birlikte yaşadığımız Ermeni halkı yollara dökülmüştür. Bütün kaynaklarda, Türkçeye çevrilen Ermeni kaynakları dahil “Alman konsolosları ve subaylarının yönetici ve özendirici olarak rol aldıkları” yazılıdır. Ayrıca 1915 yılı sonlarında Alman din adamlarının Katolik ve Protestan temsilcileridir sözünü ettiğim, duydukları Ermeni çığlığı karşısında dayanamayıp kendi hükümetlerine başvurdukları ancak Alman Hükümetinin ve Genel Kurmayının “bunun dini değil siyasi bir mesle olduğunu” belirterek başvurucuları kibarca kovaladığı Türk resmi kayıtlarından da izlenebilir.

***

Demem şudur: Amerika’dan Pakistan’a Uganda dahil, ulus-devlet oluşum sürecinde yaşanılan “Nakba”, yani “ Büyük felaket” vardır. Kabullenin... Moda deyimiyle “yüzleşin” olsun bitsin... Her 24 Nisan’da kurdeşen dökmekten çok daha iyidir!