Stalin'e iftira atmanın dayanılmaz hafifliği

Türkiye'de belli kesimleri aşağılamak, iftira etmek, hakaret etmek, taciz etmek, onlara karşı halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve nihayet fiilen saldırmak kanunen yasak olsa da pratikte serbesttir. Bu kesimlerin başında hiç kuşkusuz biz sosyalistler ve devrimciler geliyoruz. Daha sonra ateistler, Aleviler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, eşcinseller vb gelmektedir. Örneğin Bolu'da faşistin biri gazetesinde açıkça DEHAP'lıları öldürün diye yazmıştır ama ceza almamıştır.

Benzer şekilde Stalin söz konusu olduğunda her türlü iftira, her türlü yalan, her türlü ahlaksızlık, her türlü çirkeflik mübah sayılıyor. Faşistler ve piyasa köktencisi liberaller zaten cibilliyetlerinin gereğini yapıyorlar ama Stalin düşmanlığı sadece onlarla sınırlı değil ki! Sözde demokrat, solcu, özgürlükçü, eşitlikçi, Kemalist, sosyal demokrat vb geçinenlerden de çoğu zaman aynı tavrı görüyoruz. Hakikaten işimiz zor, hangi birine laf yetiştirelim! Dikkat edin eleştiriden bahsetmiyorum, iftira atmaktan bahsediyorum. Elbetteki Stalin'i de eleştirebiliriz ve benim buna hiçbir itirazım yok, ancak burada kastettiğim düpedüz olgulara aykırı saçma sapan şeyleri gerçekmiş gibi gösterenler. İşte size bir örnek.

Tufan Türenç 23 Ekim 2010 tarihli Hürriyet'teki yazısında Putin'in “mütevazı” evine ait bir fotoğraftan yola çıkarak “Yoldaş Stalin'in mütevazılık şovu”na değinmiş. Güya “Komünist partisinin yıllık toplantısı için Moskova’ya gelen delegelere Kremlin Sarayı’nda bir yemek veriliyor. Yemekler altın yemek takımlarında sunuluyor konuklara. Yemek bittikten sonra Kremlin Sarayı gezdiriliyor. Bütün delegeler sarayın büyüleyen görkemine hayran kalıyorlar. Konuklar son olarak mütevazı bir odaya götürülüyor... Basit bir karyola, sıradan dolaplar, yerde ucuz bir halı ve her evde bulunan bir banyo. Bir saray görevlisi delegelere Stalin'in bu odada yaşadığını söylüyor. Delegeler evlerine gittikten birkaç gün sonra yapılan sayımda altın yemek takımından bir çatal, bir kaşık ve bir bıçağın eksik olduğu anlaşılıyor. Bütün aramalara karşın bu değerli eşyalar bulunamıyor. Bunun üzerine yemeğe katılan delegelere mektup gönderiliyor ve kayıplar hakkında bir bilgileri olup olmadığı soruluyor. Bir süre sonra Kremlin’e imzasız bir mektup geliyor. Mektupta şu bilgi veriliyor: “Söz konusu çatal, kaşık ve bıçağı ben aldım. Onları Yoldaş Stalin’in yaşadığını söylediğiniz odadaki yatağın içine koydum. Oraya bakarsanız bulursunuz.”

Nasıl, ne hoş ve latif değil mi! Bizim zehir delege nasıl da yakalamış Stalinist rejimin yalanını! “Tamam ama sonuçta bu bir fıkra, gülmek için uydurulmuş, ne var bunda” mı diyorsunuz? Öyleyse sıkı durun, değerli yazarımız Tufan Türenç bunu bir fıkra olarak anlatmıyor! Yıllar önce bir dergide okuduğu “yaşanmış bir olay” olarak yazıyor! Yaşanmış bir olay!

Hakikaten insan dumura uğruyor. Ortalama zekaya sahip bir insanın eğer Stalin'e karşı her yalanı mübah görenlerden biri değilse böylesine aptalca bir hikayeye nasıl inanabildiğini bir türlü anlayamıyorum. Bu hikayedeki gerçek hayatın akışına uymayan şeylerin ve bariz mantık hatalarının hangi birinden bahsetsem acaba? Bir kere Kremlin sarayında altın yemek takımları olduğunu kim söylüyor? Yazının kaynağı nedir? Belli değil. Gerçekten Kremlin sarayında olmuş insanlardan böyle bir şey yazan biri var mı? Tabii ki yok. Proleter devletin resmi konutunda altın yemek takımları niye olsun? Böyle bir şey kendi kendini inkar etmek olmaz mıydı? Stalin hangi mantıkla parti delegelerini altın yemek takımıyla ağırlasın? “Efendim demek ki eskiden sarayda varmış, oradan kalmış” mı diyorsunuz? O zaman biraz tarih bilgisi. 1920'de iç savaşın ateşli günlerinde Bolşevikler para bulmak için devlete ait ne kadar altın, mücevher vb varsa satmışlardı. Hatta kiliselerdeki bazı değerli eşyayı bile satmak zorunda kalmışlardı. Kremlin'de altın yemek takımları olsaydı ilk onlar gitmiş olurdu. Ayrıca tekrar ediyorum, Kremlin'de Bolşevikler zamanında altın yemek takımları olduğuna dair hiç bir tanıklık veya belge yoktur. Hem Stalin, Tufan Türenç'in dediği gibi “acımasız bir diktatör” olsaydı delegelere mektup mu yazardı? Hepsini tutuklatıp evlerinde arama yaptırmaz mıydı? “Acımasız dikta” rejiminde Kremlin'e imzasız mektup göndermek nasıl mümkün imiş ki? Mektubu özel kargo şirketi ile mi yollamış? O delege o mektubu yazmaya korkmamış mı? El yazısıyla mı yazmış? Daktiloyla yazsa bile yazının hangi daktiloda yazıldığının anlaşılacağından korkmamış mı? Bu hikayeye nereden baksanız saçma, mantık dışı, hiçbir tanığı, delili, belgesi yok. Ama bizim yazar inanmış. Gerçekten de anti-Stalinizm insanın zekâsına hakaret!

Tufan Türenç böyle saçmalıkları gerçekmiş gibi anlattığı için bir gün utanıp özür dileyecek mi acaba? Kendi bilir. Ama ben gerçekten som altın yemek takımları nerede oluyormuş merak edenlere anlatayım. Türenç'inki gibi dedikodu değil, kaynak göstererek. SSCB'nin ABD büyükelçiliği ve uzun yıllar dış işleri bakanlığı yapmış olan Andrey Gromıko anılarında 1937-38 yıllarında Moskova'da ABD büyükelçiliği yapmış olan Joseph Davies'in Vaşington'daki evine 1943'te yaptığı bir ziyareti şöyle anlatıyor:

“Davies’le birkaç yıl sonra ABD’de çalıştığı sırada tanıştım. Sık sık buluşur ya da birbirimizi ziyaret ederdik genel olarak iyi bir iş ilişkimiz vardı. Vaşington’un hemen dışında zengin Amerikalıların yaşadığı evlere benzeyen bir konutta kalıyordu. Mimarisi “demokratik” görünmek üzere tasarlanmıştı. Aslan, ejderha ya da kadın heykeli ya da fıskiye yoktu fakat dışarıdaki görüntü yanıltıcıydı. İnsan girişte gördüğü lükse hayretle bakakalır, Amerikan mimarisinin etkisini hemen anlardı. İçerisi lüks ve konforluydu, ancak bu lüks dışarıdan ustalıkla gizlenmişti.

Evde Avrupa tabloları ve mobilyaları vardı. Daviesler Rusya’daki dükkânlardan İmparatoriçe’nin eşsiz hazinelerini ve çok değerli eşyalarını satın almışlardı. Bir akşam yemeği sırasında eşimin tuzluğu kaldıramadığını hatırlıyorum. Canının sıkıldığını fark ettim ve sorunun ne olduğunu sordum. “Bu tuzluğu kaldıramıyorum. Masaya sabitlenmiş olmalı” diye cevap verdi. Büyük bir şeydi ve som altından yapılmıştı. Bunun bir zamanlar Büyük Katerina’ya ait olduğunu fark ettik. Ancak sonunda tuzluğun sırrının ağırlığında olduğunu anlayan Lidiya, tuzluğu kaldırma mücadelesini kazandı.” (Andrey Gromıko, Anılarım, İstanbul: Yazılama Yayınları, 2008, sf. 56-57).

Joseph Davies'in bir özelliği var: SSCB'de gelmiş geçmiş bütün ABD büyükelçileri içinde Sovyet düşmanı olmayan belki de tek şahıs! Davies Wilsoncu ve Rooseveltçi bir avukat. ABD ticari bürokrasisi içinde yer aldıktan sonra DP'nin seçim yenilgisi üzerine avukatlığa dönmüş. Ford Motor Company'nin hissedarlarına maliyenin açtığı bir davada hissedarları savunmuş ve davayı kazanıp 2 milyon dolar gibi rekor düzeyde bir ücret almış. Aristokratik alışkanlıkları olan rafine bir burjuva ve pratik bir adam, çok zengin, özel yatı var, solculukla hiç bir ilgisi olmamış, ama SSCB ile işbirliğini savunduğu için ABD'de muhafazakarların hedefinde olmuş. Moskova'da görev yaptığı yıllarda Buharin, Zinovyev vb eski Bolşeviklerin davalarını bizzat izlemiş ve hükümetine yargılananların gerçekten suçlu olduğunu bildirmiş.

Yine Gromıko'dan aktarıyorum: “Almanya’nın SSCB’yi işgal etmesinden iki gün sonra Davies, “Dünya Rusya’daki direnişin büyüklüğüne ve kararlılığına hayran kalacak” demişti. Basında, radyoda ve sayısız toplantıda Amerikalılara SSCB ve halkı hakkındaki önyargılarını bırakmaları için sürekli çağrı yaptı. Israrla ikinci bir cephenin açılmasını istedi. Yazdığı “Moskova Misyonu” (1942) adlı kitap ve aynı adla çekilen film, Amerikalıların SSCB’ye yönelik sempatisinin güçlenmesine yardım etti. Davies ayrıca Ulusal Sovyet-Amerikan Dostluk Konseyi’nin kurucusu ve onursal başkanıydı.” (agy, sf. 58).

Evet bizim yerli liberallere inanması zor gelecek ama tam bir Amerikan liberali olan Joseph Davies, SSCB ve Stalin yandaşı imiş! 1946'da Lenin Ödülü almış. 1937 yargılamalarının sanıklarının Alman yanlısı beşinci kol faaliyeti içinde olduğunu yazmış. Ayrıca o günlerde Moskova'da bulunan birçok diplomat ile de konuştuğunu ve muhtemelen biri hariç hepsinin duruşmaların hükümete karşı bir komplonun varlığını kanıtladığı görüşünde olduğunu yazmış. “I have talked to many, if not all, members of the Diplomatic Corps here and with possibly one exception, they are all of the opinion that the proceedings established clearly the existence of a political plot and conspiracy to overthrow the government”. (Joseph Davies, Mission to Moscow, 9. Basım, Londra, 1944, sf. 39) Merak edenler bu kitabı internetten de okuyabilir. (bkz. books.google.com).