Rus liberali ve yabancı sermaye

Tüm dünyada olduğu gibi bizde de liberal demagojinin iktisat alanındaki argümanlarından biri de ülkeye yabancı sermaye çekmenin yararları üzerinedir. Sanki yabancı yatırımcı ülkeye kâr etmek için değil de yardım etmek için gelirmiş gibi. Türkiye'yi ekonomik açıdan ve özellikle yabancı yatırımcıya açıklık açısından dünyanın en liberal ülkesi haline getiren “babalar gibi” satıcı AKP hükümeti de arada sırada “şu kadar yabancı sermaye getirdik” diye övünür, bildiğimiz gibi. Bizim Mehmet Altan ve benzeri liberal demagoglar da bizde yabancı yatırımcıya engeller var, bürokrasi çok, vergiler yüksek gibi laflar ederler, yine bildiğimiz gibi. Benim köşemin konusu Rusya ve eski Sovyet ülkeleri olduğu için ben de Rusya'dan bir örnek vereceğim (işte bunu bildiğimizi pek sanmıyorum).

Aleksandr Livşits 28 Ağustos tarihli İzvestiya'daki “üçüncü varyant” başlıklı yazısında Rusya'nın yabancı sermaye konusundaki tavrının ne olması gerektiğini yazmış. Yazı bana çok ilginç geldi. Önce yazarı tanıyalım. Livşits 1946 doğumlu. Yahudi. Ekonomi profesörü. Babası 2. Dünya Savaşı'nda orduya gönüllü girip binbaşılığa yükselmiş. Ancak amcası Eduard Livşits SSCB otomotiv sanayisi ve karayolları bakan yardımcısı iken 1950'lerinde başında tutuklanmış (sebebini bulamadım) ve babası da ordudan atılmış, öğretmenlik yapmaya başlamış. Tabii şimdiki burjuva ideologlarına ve kendisine sorsanız Stalinist baskılar diyecektir ancak amcasının gerçekte ne suçlar işlemiş olduğunu araştırmak gerek. Her neyse, bizim Aleksandr ülkenin en prestijli eğitim kurumlarından biri olan Moskova Plehanov Ekonomi Enstitüsünü 1971'de bitirmiş. 1966-1991 arası SBKP üyesi. Demek ki birçok kariyerist gibi o da üniversiteye başlar başlamaz partiye girmiş. Ama sonraki olaylardan belli ki içinde Sovyet rejimine ve sosyalizme karşı büyük bir hınç biriktirmiş. 1974-1992 yılları arasında Moskova'da SSCB'nin en prestijli teknik üniversitesi olan Stankin'de ders vermiş, çeşitli idari görevlerde bulunmuş. Sosyalizm ona gayet prestijli bir işte çalışma olanağı vermiş ama o deve gibi kinini tutmuş ve zamanı gelince kusmuş. 1990'larda Yeltsin'in ekonomi danışmanı ve maliye bakanı olarak çalışmış. G8'de Rusya'yı temsil etmiş.

1991 sonrası kariyerinden anlaşıldığı gibi Livşits satıcı liberalin önde gideni. 1990'larda Rusya'da devlet işletmeleri üzerinde yüzyılın en büyük soygununu örgütleyenlerden biri. Piyasa ekonomisine giriş üzerine kitapları var. 2001'den beri ise Rusal şirketinin uluslararası ve özel projelerden sorumlu genel müdür yardımcısı. Hiç kuşkusuz bu makam Livşits'in liberal ekonomiye ve oligarşiye hizmetlerinden dolayı kendisine verilmiş bir arpalık. Şirketin genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı ise tanınmış oligarklardan Oleg Deripaska. Rusal, Rusya'nın ve dünyanın en büyük alüminyum üreticisi. Beş kıtada 19 ülkede 76.000 çalışanı var, yılda 3,9 milyon ton alüminyum ve 7,3 milyon ton alümin üretiyor. Dünya alüminyum pazarının % 10'unu elinde tutuyor. (Bkz. www.rusal.ru)

Livşits İzvestiya'daki yazısına şöyle başlıyor: “Rusya'ya yabancı sermaye gelmiyor, çekmek lazım şeklindeki şikayetleri yine duyuyoruz. Başbakanlık Yabancı Yatırımlar İdaresi yine toplantılar yapıyor, yabancı yatırımcılar, işadamları geliyorlar, yolsuzluktan, bürokrasiden, yüksek vergilerden, gümrük bariyerlerinden yakınıyorlar. Bizimkiler de açıklamalarda bulunuyorlar, bildik eleştirileri dinliyorlar, durumu düzeltme sözleri veriyorlar. İşte bu hiçbir işe yaramayan ritüel 16 yıldır sürüp gidiyor. Pratikte hiç değişmeden. Nereden mi biliyorum? Bir zamanlar ben de katıldım.”

Yazar böyle bir konumun garip ve aşağılayıcı olduğunu belirttikten sonra radikal bir çıkışta bulunuyor: “Kendimizi mazur göstermek için çabalamaya bir son verelim. Yeter artık! Herkes bilsin: Biz böyleyiz, böyleydik, böyle olacağız. Bizim kendi adetlerimiz, kusurlarımız, yasalarımız, kurallarımız, yönetmeliklerimiz var. Hoşunuza giderse gelin, gitmezse evinizde oturun. Başbakanlık Yabancı Yatırımlar İdaresi'ni de ilga etmek lazım. Çünkü verimli değil ve dünyada hiçbir gelişmiş ülkede böyle kurumlar yok.”

Nasıl, bir liberalden bunları işitmek ilginç değil mi? Livşits itiraflarına devam ediyor: “Siyasal ikna çabaları belki 1990'larda gerekli idi. Çünkü o zaman dilenci idik. Her kuruşa seviniyorduk. Şimdi durum değişti. Rusya güçlendi. Artık bizi seçmeleri değil, bizim seçmemiz söz konusu. Ekonomimize kimi buyur edeceğimize, kime de güle güle diyeceğimize biz karar vermeliyiz. Yabancı kapitalist dost veya kardeş değil, pinti ve anasının gözü. Bize geliş sebebi para kazanmak. Hem de her türlü yoldan. Örneğin Rusya'ya kendi ülkelerinde yasak olan ekolojik olarak zararlı üretimleri getirmek istiyorlar. Ya da kendi ara mallarını satmak için sadece montaj sanayisini. Tabii bu aynı zamanda Rusyalı ortak ile bozuşma ihtimaline karşı güvence de oluyor. Uslu davranmazsan ithalatı keserim ve üretimi durdururum tehdidi. Başka bir örnek bağlı krediler. Kredi veren banka, girdilerini benim ülkemdeki satıcıdan alırsan kredi alırsın diyor. Bize eskimiş teknolojiyi sokuşturmaya çalıştıkları da oldu. Böyle onlarca örnek var.”

“Ne kadar yabancı yatırım toplandı? İstatistiklere göre yaklaşık 270 milyar dolar. Gerçekte bunun yarısı kadar. Çünkü kalanı offshore hesaplardan geldi, yani hukuken yabancı, aslen Rusya sermayesi. Az mı? Az tabii. Ancak daha fazlasını Rusya ekonomisi şimdilik kabul etmiyor ve zorla sokuşturmaya da gerek yok. Elimizde 1999 yılı yasası var. Onu iyice sertleştirmeli. Liberalizme kararlı bir biçimde 'hayır' demeli. Üstelik şimdi herkes bu yoldan gidiyor. Amerikalılar bile. Geçenlerde yasaları değiştirdiler. Şimdi istedikleri yabancı yatırımcıya “defol” diyebilirler. İstedikleri anda. Kimine hemen, kimine bürokratik işkencelerden sonra. Bu konuda eski bir tanıdıkla konuştum. O da benim gibi bir zamanlar devlet başkanına danışmanlık etmişti. Ancak bizimkine değil, okyanus ötesindekine. Kendisine şaşkınlığımı ifade ettim: Sözde serbest piyasayı savunuyorsunuz, ama kendi ekonominize girişi zorlaştırıyorsunuz. Nasıl olur? Aldığım yanıt: Biz ABD'nin ulusal çıkarlarını savunuyoruz. Başka türlü yapamayız.”

Livşits yazısının sonunda yabancı sermayeye üç farklı yaklaşım belirliyor. Birincisi diyor gelişmekte olan ülkelerinki: her türlü yoldan yabancı sermayeyi çekmeye çalışmak. İkinci varyant, gelişmiş ülkelerinki: İnce eleyip sık dokumak. Kolay kolay içeri bırakmamak. Üçüncü yol, Rusya'nın yolu, ona göre şöyle olmalı: “Özel olarak hiç bir şey yapmamak. Rusya ekonomisiyle gerçekten ilgilenen yatırımcılar nasıl olsa her türlü gelirler. Ötekiler ise evinde otursunlar. Onlar bize lazım değil.”

Aynı Livşits başka bir yazısında Rusya'da halkın % 40'ının yoksul olduğunu ve üçte birinin suyu, merkezi ısıtması, gazı, kanalizasyonu olmayan yıkıntı evlerde oturduğunu yazmış. Ardından ABD ve Avrupa'dan örnek vererek Rusya'da da yoksullara devlet tarafından sosyal yardım yapılması gerektiğini yazmış. Tabii yüzsüzlükte sınır tanımamış. Sanki Rusya halkının üçte birinin şimdiki sefaletinin sorumlularından biri de kendisi değilmiş gibi!

Livşits'in yabancı yatırımlar hakkındaki sözleri, bir zamanlar biz sosyalistlere “Moskof uşağı” diye iftira atan, şimdilerde ise Moskof'un doğal gazını almak ve Moskof'a nükleer santral kurdurmak için Moskof uşaklığında sınır tanımayan Türkiyeli liberal yoldaşlarına ve Moskof uşağı faşistlerimize ithaf olunur.

Putin Gazprom'dan nasıl nemalanıyor?

Rusya'nın dev gaz şirketi Gazprom'un küçük hissedarlarından Aleksey Navalnıy, başbakan Vladimir Putin'in arkadaşı Arkadiy Rotenberg'in 2008 yılında kurduğu şirketi Stroygazmontaj'ın aynı yıl Gazprom'dan Cubga-Soçi ve Sahalin-Vladivostok boru hattı inşaatını ve Nord Stream'in Rusya kısmını ihalesiz olarak aldığını iddia etti. Böylece şirket 2008 yılında yaklaşık 7 milyar ruble olan cirosunu 2009 yılında 90 milyar rubleye çıkarmış. Stroygazmontaj boru hattını Avrupa şirketlerinden yaklaşık üç kat daha pahalı yapıyormuş. Örneğin Nord Stream boru hattının Avrupa kısmını yapan şirketler hattın kilometresini 2,1 milyon avroya yaparken, Stroygazmontaj km başına 5,8 milyon avro alıyormuş. Aradaki fark Putin ve arkadaşının cebine gidiyormuş.

Narkotik Rusya
Moskova caddelerinde gezerken gördüğüm bir devlet dairesinin adı beni oldukça düşündürmüştü. Dairenin adı Rusça şöyle: Federalnaya slujba po kontrolyu za oborotom narkotikov. Türkçesi şu demek oluyor: Uyuşturucu Dolaşımını (ya da Tedavülünü) Kontrol için Federal Servis (veya Büro). İlginç değil mi? Uyuşturucu ile mücadele değil de “tedavülünü kontrol” için kurulmuş bir daire! Fakat gerçekten de bu dairenin adını doğru koymuşlar. Çünkü gerçekten de Putin-Medvedev Rusya'sında uyuşturucu ile ciddi bir biçimde mücadele edilmiyor. Putin döneminde Rusya'da eroin ve afyon kullanımı neredeyse on kat artmış bulunuyor. Daha önceki yazılarımda Putin'in ülkedeki dolar milyarderlerinin sayısını 100'ün üstüne, fahişelerin sayısını da bir milyonun üstüne çıkarmış olduğunu yazmıştım. Buna bir de uyuşturucu bağımlılarının sayısını resmi rakamlara göre 550 bine, uzmanlarına tahminlerine göre de 2,5 milyona çıkarmış olduğunu eklemek gerek. Yani Rusya nüfusunun % 2'si narkoman! BM verilerine göre Rusya dünyada en çok eroin kullanılan ülke. Bizzat yukarıda adını andığım dairenin verilerine göre Rusya'da her yıl uyuşturucudan 30 bin insan ölüyor ve bunların çoğu yirmili yaşlarında. Haziran 2010'da Duma'da parlamenterler önünde rapor veren bu dairenin başkanı Viktor İvanov'a göre son 20 yılda narkomanların sayısı 20 kat artmış. SSCB'de de uyuşturucu kullanımı vardı ancak bugünkü miktarların yanında çok komik kalıyordu. İvanov ilk ve ortaöğretim okullarında ve üniversitelerde erken teşhis için bütün öğrencilere uyuşturucu testi yapılmasını istiyor. Yine İvanov'a göre uyuşturucudan tüm dünyada yılda yaklaşık 100 bin kişi ölürken bunun 30 bini Rusya'dan. Afganistan'da her yıl 750 ton eroin üretiliyor ve bunun bir kısmı Tacikistan sınırından kolayca Rusya'ya giriyor. BDT ülkeleri vatandaşlarının pasaportsuz sınırı geçebilmeleri yüzünden kontroller iyi yapılamıyor, uyuşturucu tacirlerinin kaç kez giriş çıkış yaptığı tespit edilemiyor. Afganistan'daki NATO ve ABD askerleri de uyuşturucunun Rusya'ya geçmesine bilerek izin veriyorlar. Onlara göre afyon ekimi yasaklanırsa halk hepten Taliban'ın yanına geçermiş!

Gelecek hafta Ahıska Türklerinin sürgünü meselesini ele alacağım.

Not 1: Geçen haftaki “Nataşa” başlıklı yazıma yapılan bazı yorumlarda Rusya'da insanların resmi ortamlarda kendilerini kısaltılmış isimleri ile tanıtmayacağı iddia edildi. Yani adı Natalya olan bir kadın kendisini Nataşa diye tanıtmaz, tam adını ve baba adını veya soyadını da söyler demek istendi. Bence bu doğru değil. O rehber kızın o zaman kendini Türk işadamlarına Nataşa diye tanıtmış olması kuvvetle muhtemel. (Tabii şimdilerde bir Rus kadınının Türk işadamlarına kendini böyle tanıtması muhtemel değil artık). Ben Ruslar arasında uzun süre yaşadım ve hitap şekillerini gayet iyi biliyorum. Samimiyete bağlı olarak veya özellikle de muhataplar yabancı ise (akılda tutmaları kolay olur diye) kısa isimler kullanılabilir. Mihail yerine Mişa, Natalya yerine Nataşa gibi. Erkal Zenger'in sözlerinin doğru olup olmadığı meselesinde ise bildiğim şudur: Zenger kitabını 2000 yılında yani 1991'deki geziye katılanların çoğunun hala sağ olduğu bir sırada çıkarmıştı. Göz göre göre yalan yazabilir miydi? Sanmıyorum. Ayrıca bildiğim kadarıyla tekzip de almamıştır.

Not 2: Hiç kuşkusuz burjuvazinin her türlüsüne, Türk olanına da, Kürt olanına da karşıyım.