İdeolojik mücadeleyi kaybeden önüne gelen gemiye biner

Yazılama yayınlarından geçen aylarda önemli bir kitap basıldı, Ernie Trory’nin “Almanya’da Sosyalizm”  adlı kitabını herkese öneriyorum. Kitap geçen yüzyıldaki en temel ideolojik/siyasi yenilgimizin sembolü olan Berlin Duvarı’nın hikayesini anlattığı için önemli.

Şu anda ruhunu sermayeye satanlardan tarafsız olduğunu iddia edenlere kadar sanmıyorum ki bir kişi bile “Duvar Sendromu”ndan etkilenmiş olmasın.

***

Anlatılan hikaye çok kısaca şöyle:

ABD ve İngiliz emperyalizmi; Sovyetler Birliği’nin üzerine sürdüğü Nazilerin yenildiğini ve geri çekilmeye başladıklarını görünce, acil olarak Avrupa’ya çıkarma yaparlar, Kızıl Ordu ve Müttefikler arasındaki yarış Almanya’nın işgali ile sonlanır.

Almanya, 1945’deki Potsdam Konferansına göre Sovyet, ABD, İngiliz ve Fransız bölgelerine ayrılır. Konferans; faşizmin arkasındaki esas güç olan tekellerin ortadan kaldırılmasını, bütün Nazilerin yönetimden uzaklaştırılmasını ve Almanya’nın silahlardan arındırılmasını şart koşar.

Almanya’da Naziler yenilmiş ama onu yaratan öz bütün fesatlığı, sinsiliği ve kan içiciliği ile bir yarısına yerleşmiştir.

Sovyet bölgesinde Naziler bulundukları tüm mevkilerden tasfiye edilirken, anti-faşist özelliği olan siyasi parti etkinliklerine izin verilir. Sendikalar hemen faaliyetlerine başlarlar. Alman tekellerinin ve büyük toprak sahiplerinin mallarına el konur.

ABD/İngiliz/Fransız bölgelerinde ise 1948’de, bugün hala AB’nin temel siyasi güdüleyicisi olan tekel ve tröstleri dağıtmak üzere kurulan dairenin işine son verilir. Marshall yardımı anti-komünist bir dayatmayla birlikte gelir ve sol siyasi faaliyetler yasaklanırken eski Naziler güvenlik ve karşı-devrim örgütlerinde istihdam edilmeye başlanır.

Almanya Komünist Partisi ve Sosyal Demokratların sol kanadının birleşmesi ile oluşan Almanya Sosyalist Birlik Partisi’nin çağrısı ile bütün Almanya’dan delegelerin katıldığı “Birlik ve Adil Barış için Alman Halk Kongresi” 1947 yılında toplanır. Almanya’nın birliği için yapılan referandum müttefiklerin engellemelerine rağmen başarıyla sonuçlanır.

Batıya dayatılan Federal Almanya Cumhuriyeti’ne karşı bütün Almanya’dan seçilen delegelerin iradeleriyle ve toplumda yoğun bir şekilde tartışılmış Anayasa’nın kabulüne dayanan Demokratik Almanya Cumhuriyeti 1949’da bu koşullarda doğar.

Federal Almanya’nın NATO’ya girmesi ile bir kez daha Potsdam ilkeleri ihlal edilir ve Federal Almanya silahlanmaya başlar. Demokratik Almanya’da sosyalizmin inşası sürerken, Batı Almanya karşı devrimin, komploların ve faşist çetelerin yatağı haline gelir. Demokratik Almanya’ya karşı sabotajlar, karşı propaganda, insanların satın alınması ile giden bir karşı devrim hızla yükseltilir. NATO birlikleri Almanya’ya yığılır. Sürekli bir askeri yığınak ve manevra hali ile savaşın eşiğe gelinir.

Karşı devrimciler heyecanla saldırı gününü beklerken 13 Ağustos 1961 sabahı uyandıklarında karşılarında Berlin’i Batı kısmından ayıran ve bir gecede inşa edilen bir duvarla karşılaşırlar. Arkasında Demokratik Almanya ordusunun yanı sıra daha 15 yıl önce faşistleri doğduğuna pişman etmiş Kızıl Ordu beklemektedir

Hikayenin detayları çok kıymetli, artık kitaptan okursunuz.

Sonrasında neden son derece meşru olarak dikilen bu duvar üzerimize yıkıldı ve ideolojik yenilgimizin simgesi haline geldi?

Marksizm’den sınıfta çakanların iddia ettiği gibi ideoloji, siyaset ve örgüt ayrı kompartmanlar değildir. Bu üçü sürekli bütünler bir birini. Muhakkak Sovyetler Birliği döneminde gerekli siyasi hamleler yapılamadığı için ideolojik tarafta da  kayıplar baş gösterdi.

***

Bugüne gelince, mücadele sürüyor ve temel ideolojik mesele ise şu gibi gözüküyor:

İstediğiniz kadar gerici manyaklarınızı orada burada patlatın, canımızı alın, asla sermayenin gemisine binmeyeceğiz, gemide ABD, Alman, Fransız, Rus bayrağı olması fark etmez. Biz işçi sınıfıyız ve hangi gemiye bineceğimizi biliyoruz. Bizim gemimizde sosyalizmin bayrağı dalgalanıyor.

Siz bütün katilleriniz, yalancılarınız ve içimizden satın aldıklarınızla batacaksınız biz enginlere açılacağız.