Yalandan mücadele

Cumartesi günü Boyun Eğme’nin satışını engellemeye kalkışmış polis, Beyoğlu’nda: “Toplatma kararı var.”

Meğer yalanmış, yokmuş gazete hakkında öyle bir adli karar… Ya da polis şefi sevimsiz bir şaka mı yapmış? “Komünistleri toplayın” demiştir, belki de amiri…

Yalan bir mücadele aracı mıdır, peki? Siyasette ve kavgada her şeyin mubah sayılması gibi, yalan da kullanılır mı? Yalandan kimse ölmemiş midir, gerçekten?

Siyaset ve hatta kavga da sınıflara ayrılır. İdeolojisiyle, kültürüyle, araçlarıyla. Nasıl döner bıçağının, satırın kavgada sahibi vardır, yalanın da öyle. Herkes her şeyi kullanamaz. Polis diyebilir toplatma kararı var diye; ona yakışır.

Bizimse, o söz ister doğru olsun, ister en hafifinden sevimsiz bir şaka, vereceğimiz tepki üç aşağı beş yukarı aynıdır zaten. Yirmi kişi alındıysa, iki yüz kişi sürmelidir gazete satışı… Diyelim ki, yalan bize de lazım geldi, hadi kullanalım deyiverdik… Bu tepki türünün yalanı falan olmaz ki… Konu dışı…

Oysa hayat basbayağı yalan üstünden akıyor çevremizde. Vapurda cep telefonundan müdürüne veya karısına “geldim geldim, kapının önündeyim” diyen, belki yarı-masum, yalancıları geçiyorum. Siyasetten söz ediyorum.

Cumhurbaşkanı konvoyunun köprüden geçiş senaryosuna eklenen intiharcı mesela. İntiharı da kendisi de yalan, belli ki.

Peki, Ahmet Hakan bilmiyor mu, “cumhurbaşkanının bu tür davranışlarını çok seviyorum” diye yazarken, koskoca ve taammüden üretilmiş bir yalanın önünde durduğunu? Bal gibi de biliyor. Cumhurbaşkanının ne babacanlığını, ne halk adamlığını seviyor aslında. Bu imajların her bir zerresinin nasıl yaratıldığının en iyi tanığı olunan mesleklerden birini yapıyor çünkü.

Acaba herhangi bir şeyi sevebiliyor mu, yalancılar?

Köprüdekiler gibi, köprüye bakan da yalan söylüyor, anlayacağınız. Daha da ilginç olan, bu yalan türünün dayakla, tehditle söyletilmiş olması. Kahramanımız saldırıya uğramıştı, hatırlarsınız. Demokrasi mücadelesinde yılmak yok; daha iyileşmeden görevinin başına dönmüştü. Memlekette kahramanların bazı özellikleri olur. Medya haberlerinde “silah mı taşıyor” diye tartışmalar varmış.

Taşır taşımaz, bilmem. Ama bu hikâyenin tamamı yalandır, onu söyleyebilirim.

Çünkü zaten olayın son kısmı tasfiyelerin yaşanmakta olduğu Doğan medyada geçiyor. Aydın Doğangillerin hangi dayak-tehdit mekanizmasıyla AKP’ci oldukları konusunda çok bilgi var, yayınlanmış veya uçuşan. Bir ara demokrasi mücadelesinin en ileri mevzileri sayılıyordu o yayın organları. Haziran seçimlerinden önce gazete veya ekranlarda köşe sahipleri sıraya girmişlerdi HDP’nin Meclise ne kadar da gerekli olduğunu anlatmak için. Hayatlarının her anında yalan söylüyorlardı demiyorum tabii. Ama sonra, sadece Rusya’ya karşı “milli seferberlikte” değil, Kürt halkına dönük en aşağılık saldırılarda bile, eski tabirle “Mehmetçik gazeteci” olmaktan geri durmadılar. Tabii yirmi yıl önceki gibi değil. Şimdi medya aynı anda hem devlet terörünü aklayacak hem demokrasiyi ve insan haklarını savunacak. Ya da hem dış politikayı alabildiğine eleştirecek, hem de Rusya’ya meydan okuyan hükümetiyle gururlanacak.

Tek bir yalandan söz etmiyoruz yani. Tek başına bir yalan, bir yalancık… Ne kadar da masum! Nâzım bile itiraf ediyor ya bir şiirinde…

Oysa bu işin, vapurda kulak misafiri olduğumuz arkadaşı rahat bırakalım, hiç olmazsa siyasette azı çoğu olmuyor. Yalan varsa eğer siyasette, bir yaşam biçimi, davranış kalıbı olmuştur. AKP sözcüsünün “HDP ile masaya oturmanın anlamı kalmadı” demesi gibi. Çünkü önemli olan HDP değildir. Barzani ailesi Ankara’yı nöbete bindirdi. Öcalan’a gelince, İmralı’da işte… Her yer masa zaten.

Yalan siyasette yaşam biçimidir. Azı çoğu olmaz. Feyzioğlu, Davutoğlu’nun ellerine söylediği kadar meraklı olabilir mi? “Milli vazife”ymiş… Pöh! Vazifenin özeti: Barolar Birliği başkanı, bulamadığı kahramanlık payesini AKP’den dilenecek hallerde. Erdoğan’ı çileden çıkarttığı kongreden pişman mı olmuştur dersiniz; yoksa o günü de bugünü de, külliyen yalan mıdır?

Sorun değil… Burjuva siyasetinin her adımının, her hücresinin sahte olması, burjuvazinin iç mücadelesinin tam anlamıyla bir mücadele olmamasından ileri gelir. Yanlış anlaşılmasın; bu uğurda insanlar hapse girmekte, hatta ölmektedir. Aralarında ölümü göze alanlar bile olabilir. Ama en ölümcül burjuva mücadeleleri bile sahtecilikten mahkûm edilebilir.

Bize dönersek… Yirmimize yalan da söyleseniz, doğru da, vereceğimiz tepki üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Yalandan kimse ölmemiş, derseniz… Az daha bekleyin, o da olacak. Böyle gitmeyecek. Böyle gitmiyor. Ne köprü, ne ODTÜ, ne sahte muhalifler ve sahte kahramanlar… Farkında değil misiniz; bu düzen ve onun siyasetçileri yalanlarıyla birlikte çöküyor.