Ya bu ya da şu, ama aynı kapı…

Anketler doğruysa eğer, AKP İstanbul seçimini neden yeniletiyor olabilir? Belki, kaybedecekleri bir şey yok! Düşünsenize, 31 Mart sonucunu kabul etseler bayır aşağı gidecekler. Maçın tekrarında kaybederlerse değişen bir şey olmayacak ki.

23’ünde bir seçim yapılmayacak, AKP rejimi referanduma sokulacak. Ama bu anlamda bile bir oylama yapılamayabilir. Süleyman Soylu belli ki bu seçeneğin türevlerini ima edip duruyor. Yani özetle ya yalana ve tehdide dayalı bir oylama, ya da sopayla adına oylama denecek bir işlemin bile yaptırılmaması. Birinciyi sandıkta kaybetmek de var, ikincinin ellerinde patlaması da. Tek umutsuz çaresi, ömrünü birazcık daha uzatmak olan bir hasta için ne fark eder ki.

Hastamızın ömrü uzasa bile, olsa olsa kader değil takvim değişecek. Öyle yıllar falan da olası değil. Siyasette piyango çıkmaz. Ne ekersen o… Doğanın engellemez yanı kendini belli etti çoktan. Ama umutsuz yaşanmaz ki.

Kriz mi dediniz? Evet kriz! Önce Mart sonuna, şimdi Haziran sonuna kadar baskılanmaya çalışılan kriz. Toplumun da engellenemez yasaları vardır ve en azından oy davranışını belirleyen faktörlerin başında ekonomik durumun geldiği teorik olarak da tecrübeyle de sabittir. Bir oylama sonucunu yok sayıp, fiyatların oraya buraya sapmasını durdurmak için bütün cephanenizi harcayıp çırpınabilirsiniz; ama dünyanın ve Türkiye’nin koşullarında çırpınmayla tutamadığınız ekonomik krizin patlamasını önleyemezsiniz. 23 Haziran’dan bir biçimde kurtulduğunu düşünün Erdoğan’ın. Ne fayda!

Sadece zaman kazanmak… Neo-liberalizm denen canavarlığa “kumarhane ekonomisi” lakabı takılalı bayağı oldu. Sefil kumarbazların iktidarı altındayız. Piyango olmaz dedim ama, hani Katar’ı var, ABD’si var; denebilir. Hiçbiri Türkiye’yi AKP tarafından yeni bir düzlükte “yönetilebilir” bir ülke yapmaya yetmez.

Seçeneklerin buluşması ve aynı kapıya çıkmasının başka görüngüleri de var. Örneğin kimse ekonomik krizin tutulamadığı, toplumun büyük çoğunluğunun mutsuzluğa kapıldığı ve eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği, ortada ne okulun, ne yargının, ne ordunun kaldığı bir toplumu din olmaksızın yönetemez. Artık düzen siyaseti, çeşit çeşit milliyetçi İslamcılar, şeriatçı İslamcılar ve (Kemalist değil) sosyal-demokrat İslamcılar arasında oynanan bir maçtır. AKP kazansa da gericilik, kaybetse de gericilik!

Öte yandan AKP kazansa da gericiliğe sığmayan bir ülke, kaybetse de gericiliğe sığdırılamayacak bir ülke!

Aynı durum emperyalizm için, en az o kadar geçerli. Böyle bir ülkede, terimin düz anlamında “düzeni sağlamak” için, veya Türkiye’nin kapitalist düzenini sürdürmek için farklı yollardan aynı kapıya varılması, emperyalizme bugüne kadar olduğundan defalarca daha onursuzca boyun eğilmesi de kaçınılmazdır.

Başka “aynı kapı” teorileri ise çoktan iflas etti. Kürt milliyetçiliği ve onun parçası olan memleketin eskimiş solu, AKP zayıfladığında da, başka bir şey olduğunda da kendisini anahtar sanıp kapısının çalınacağı zannına kapılıyor. “Ha köyler yakılmış, insanlar hapse tıkılmış, ha adına çözüm süreci denmiş…” Demeyeceğim! Köyler yakılmasın ve insanlar politik görüş ve faaliyetleri nedeniyle hapse girmesin… Ama sözünü ettiğim yollardan, çok büyük çoğunluğu ülkemizin diğer dillerini konuşan her yurttaş grubu gibi emekçi olan insanlara barış çıkma seçeneği bulunmuyor.

Daha az işçinin çalışırken katledilmesi belki mümkündür. Bugünkünden daha kötü olamayacağı için ve işçiler mücadele ettikleri, giderek daha fazla edecekleri için. Daha az kadının da katledilmesi mümkün olabilir. Yine daha beterinin olamayacağı bir noktaya geldiğimiz ve mücadele ettiğimiz için. Daha az çocuğumuza tecavüz edilmesi de… İnsanlık daha fazla yok edilemeyeceği için!

Ama ekonomik kriz bu kadar ağırsa ve gericilik bu kadar yoğunsa, nüfusun bazı kesimlerinin insanlıktan çıkmış yaratıklara kurban edilmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’nin önünde bir seçim yok. Çünkü 23 Haziran’da yapılması beklenen oylamanın sonucu bir yana, ülkemizin önündeki seçenekler hep birbirine benziyor.

Umutsuzluk uzak olsun. Umutsuzluk sağcılığa teslim olmaktan başka anlama gelmez çünkü.

Komünistler ise sahte umut dağıtmaz. Sahte umutlarla halkı oyalayanlara düzen solu deniyor. Düzen solu bugün Türkiye’de rengarenktir ve bir bütündür.

Önümüzdeki seçenekler umutsuzlukla sahtecilik arasında salınıp gidiyor ve aynı kapıya çıkıyorsa, her koşulda gerçek bir umudun büyütülmesi biricik çaredir.

Yukarıda saydığım bir dizi olasılık var ya, şimdi başa dönün, birbirinin karşıtı gibi duran her ikilemi alın ve karşısına bir başkasını yazmayı deneyin: Komünizme güç verilmesi, yani umudun örgütlenmesi. Deneyin, göreceksiniz; bütün soruların yanıtı aynı kapıyı gösterecek. Türkiye’de birinci ihtiyaç, bizim kapımız, komünizmin güçlenmesidir.