Tekel İşçisi İçin

Olaylar henüz akmaktayken, yani oluşumu sürerken yorum faslına geçmek risklidir. Bu anlamda, ancak belli bir süre sonra, yani taşlar yerli yerine oturunca gelecektir özgürlük.

Üstelik, o zaman kimse eline kalemi alana sen kim oluyorsun demeyecektir. Demeye kimsenin hakkı olmaz çünkü değerlendirme yapabilmek için gerekli veriler maddileşmeş ve toplumsallaşmıştır. Hatta öyle ki, olayların daha uzağında konumlanmış, bu nedenle harareti tam içinden hissedenlerde sık rastlanan yanıltıcı sübjektif duyarlılıklardan uzak kalabilenlerin sağlıklı değerlendirme yapma şansı artacak, en azından içerdeki ve dışardaki yorumcular arasındaki mesafe kapanacaktır.

Sıcak günlerde ise avantaj, açıkçası içerdekilerdir.

Ancak tarihin yapıcılarının aynı zamanda yazıcıları da olması ender rastlanan bir durum. Bu nedenle içerden gelen yorumların gelişmeyi tarihsel ve toplumsal, yani teorik bir zemine oturtamaması durumu ile dışardan gelen yorumların olup bitene gerçekle örtüşmeyen anlamlar izafe etme durumu ciddi sorunlar oluşturabilmektedir.

Konumuz Tekel işçilerinin Ankara direnişi.

Lafı döndürüp durmam boşuna değil. Bu satırların yazarının da soL portalın da içinde bulunduğu “bizim kolektivitemiz” gelişmelerin basbayağı içinde ama sübjektivizme düşmeyecek ölçüde de dışında... Demek ki bizim yazmamız gerekiyor.

İkincisi, kişisel olarak neredeyse Zonguldak yürüyüşünden bu yana, yani 19 yıldır ilk kez “kendiliğinden” ve “aşağıdan” gelen bir emekçi eylemi karşısında belirli bir ölçünün ötesinde heyecanlandığımı söylemek durumundayım. Yanlış anlaşılmaması için ekleyeyim. Arada kamu emekçilerinin ve kamu işçilerinin önemli eylemleri kuşkusuz oldu. Ancak daha önce başka yerlerde de çok yazdığım gibi, kanımca Bahar eylemlerinde ve o dalganın son büyük halkası olarak Zonguldak-Ankara yolunda sınıf hareketinin bir dönemi kapanmıştır. Dönemin kapandığını ilan etmek Türk-İş'in 1992 kongresine düşmüştü. Ondan sonraki örgütlenme ve eylemliliklerin hiçbiri bu değişimi geri çevirecek güç ve karakterde olmadı.

O güçte olmamışlardır, çünkü işçi sınıfının birliğinden uzak düşmüşlerdir. Denemeleri ya kamu emekçileri, ya özelleştirilen bir işletmenin çalışanları, ya bir havzanın emekçileri gerçekleştirmiş, biri diğerini derinlemesine etkileyememiştir. Karakter açısından da eksikli kalmışlardır çünkü dönem sınıf hareketinin siyasetten uzak tutulmasına solun da önemli kesimlerinin ortak edildiği bir dönemdir.

Bu faslı kapatayım ve maddeler halinde 2009 Aralık ayında Tekel işçilerinin Ankara direnişinde kendini gösteren sınıf hareketine dair notlar, saptamalar veya tezler yazmaya çalışayım. Bunların olsa olsa bir giriş olduğunu bilerek. Ama aynı zamanda bu deneyimi “bizim” yazmamız gerektiğine de güvenerek.

Bir: Direnişçi işçilerin sınıfın genel konumundan ayrılan özgün bir politik bilince sahip olmaları söz konusu değil. Ama öncüsüz başlayan eylem kendi öncülerini yetiştirecek bir dinamizm kazanmış görünüyor.

İki: İşçi sınıfı aslında en karanlık konjonktürlerde bile eylem radikalizmine yatkındır. Fabrika işgal eder, yol kapatır, kavga eder, kısaca gözünü karartır. Ancak deneyle kanıtlanan bu yasanın, yorulmaya karşı aşısı yoktur. Oysa en azından bugüne kadar Tekel işçileri öfke ve enerji biriktirdi.

Üç: Eylemin farklı coğrafyalardan gelen işçileri biraraya getirme özelliği çok zamandır görülmemiş biçimde etnik ayrımlara meydan okuyan bir sınıf ekseninin şekillenmesine yol açtı. Türk ve Kürt işçiler ve -kuşkusuz vardır- başkalarının, kökenler üstü bir birlik vurgusunda buluşmaları, son zamanlarda genellikle solun “sınıf adına” vermek istediği fotoğraflarda kalmıştı. Ankara'da bambaşka bir ortam oluştu.

Dört: İşçi eylemleri özelleştirmeye konu işyeri ile vatan arasında, hükümet ile sermaye arasında özdeşlik bağı kurmakta geçmişten bu yana zorlanmaz. Eylemdeki işçilerin kendi sınıf kesitlerine özgü çıkarlarından hareketle toplumun bütününe seslenmeleri bu bağlar sayesinde mümkün olur. Ancak çoğu örnekte, kitleyi sarmış olsa bile, söylemle gerçek arasında mesafe oluşmuş, toplumsal seslenme inandırıcılık sorunu yaşamıştır. Şimdi bunun aşılmaya başlandığı söylenebilir. Galiba sadece Erdoğan Tekel işçilerinin bencil olduğuna inanıyor!

Beş: Belirli bir sınıf kesitinin çıkarlarından hareketle toplumun bütününe seslenişin nasıl inandırıcılık kazandığı sorusunun tüm yanıtları o eylemin kendisinde bulunamaz. Burada, polis saldırısının mağdurlara meşruiyet kazandırması bir faktördür, ama aynı saldırının dağıtıcı etki yapması ve “hak edecek bir şey yapmışlardır” düşüncesini beslemesi de mümkündür. O halde başka yanıtlar da aranmalıdır.

Altı: Bu yanıt çok boyutlu kriz dinamiklerinde gizli olmalıdır. Ekonomik krizin etkisinden bu noktada söz edebiliriz. Bana kalırsa, ekonomik krizin emekçilerin hareketini tetiklemesi yalın bir etki-tepki mekanizmasıyla gerçekleşmiyor. Bu mekanizma daha karmaşık bir kriz ortamında çalışmaktadır. Örneğin Kürt krizinin oluşturduğu toplumsal sarsıntı, düzene dönük güvensizlik biçimini almakta ve bu ortam işçi eyleminde yansısını bulmaktadır.

Yedi: Eşzamanlı diğer işçi gündemlerinin bir birikim oluşturduğu da eklenmelidir. Selde yaşanan ölümler, kamu emekçilerinin grevi, grev katılımcısı demiryolculara yönelik, hükümetin intikam denemesinin geri püskürtülmesi, maden katliamı... tümü içten içe Türkiye işçi sınıfı saflarında harareti yükseltmiştir.

Sekiz: Henüz herhangi önemli bir işaret oluşmamış olsa da, geçen ayki büyük Alevi mitinginin de sınıf dinamizmiyle bir etkileşim içinde olduğu tahmin edilebilir.

Dokuz: Bu notları tek tek ele aldığımızda aşağı yukarı herbirinde hükümetin başka varsayım ve beklentilerle hareket ettiğini görüyoruz. AKP'nin, bir ara, avucunun içine aldığı toplumsal dinamikleri kontrol edemez hale gelmesi, hataların süreklileşmesine neden olmakta. Örneğin AKP asgari ücret başlığında önceki yılların hatıralarına bakmış ve en ufak bir uzlaşma yönelimi göstermemiştir. Bu “hata zincirini” koparmak çok kolay değildir. Burada bir siyasi parti olarak AKP'nin belirli organik davranış biçimleri geliştirmesi söz konusudur. Bu, bir çırpıda düzeltilemez.

On: AKP'nin çeşitli nedenlerle kontrol yeteneğinin azalması biçiminde betimleyebileceğimiz tablo, sınıf hareketinin bağımsızlaşma eğilimine girmesiyle karakter değiştirebilir. Eylem sürdükçe ve deneyim biriktikçe, olay hükümetin açık vermesinden çıkıp işçi hareketinin yükselmesine dönüşür. Bu ikisi aynı şey değildir.

On bir: Bu durum AKP'nin başaşağı gitmeye mahkum olduğu sonucunu çıkartmaya yetmez. Hükümet durumu toparlayabilir veya sendika bürokrasisinin yardımıyla bir denge noktası yakalayabilir. Burada kritik olan Tekel işçilerinin mücadelesini yeni bir işçi sınıfı hareketinin temel taşlarından biri haline getirebilmektir. Bu yazının sözünü ettiği umudun özü bu olmalıdır.