Tartışmanın sınırında

Solcuların güzel konuşup az iş yaptıkları şeklinde bir genel kanaat vardır. Seçim döneminde, tam olarak böyle düşünmediklerini bildiğim gazetecilerin, meslek görevi adına bu soruyu önüme koydukları oldu. (Ben o ara gazeteci değil, adaydım...)

Gazeteci insanların aklından geçen soruların taşıyıcısı olmalıydı... Doğrudur.

İyi konuşup az iş yaptığımız fazla basit kaçıyor. “İş”in görünen kısmı solun bilfiil yaptığı olmuyor çünkü.

Toplum belli bir mesafeden gözlemliyor ve solcuların ne yaptığını değil, yaptıklarımızın sonuçlarını görüyor, etkilerini hissediyor. Görünen ve/veya hissedilenin içinde sadece eylem değil, söz de var. Nasıl ayıracaksınız? Bu bir.

İkincisi: Neyin ne kadar görüneceği mücadelenin sonucudur. O sırada başka kesimlerin, siyasal gündeme yaptıkları girdiler görüneni etkiler, boşa düşürür, saptırır veya güçlendirir. Genellikle başkalarının girdileri önümüzü kesmeye dönüktür. Sol güzel konuşup az işyaptığından değil. Sol muhalefette olduğu için, kamuoyunu biçimlendiren egemen güçlerin karşısında olduğu için böyledir.

* * *

Ama, solcuların eylemi belirli sınırları ve engellemeleri aşamamış, kendini duyuramamış veya yeterince destek bulamamış ise, bu tablodan “doğru konuşup iş çıkartamamak” sonucuna varmakta belirli bir haklılık payı vardır.

Zaten tam da doğru konuştuğumuz için, sözümüzün eyleme dönüşmesini önlemeye uğraşırlar!

Karşı taraf görevini böyle ifa eder. Düzen sözcüleri solun hakkını vermeyecekler ya. Tabii ki yalanla, dolanla, demagojiyle, baskıyla set çekecekler.

Utanmasalar soL gazetesinden “tekzip” diye köşe, tazminat diye haraç isteyecekler... İşlerini yapıyorlar!
Solcuların işi de bu setleri etkisizleştirmektir. Tersi yenilgiyi kanıksamak olur.

Sözümüz de, yazımız da, eylemimiz de, yani siyasetin toplamı buradan değerlendirilir. Mücadele bir serbest kürsüden sözünü söyleyip, sözünün oylamaya konması biçiminde yürümüyor. Olay çok daha karmaşık.

* * *

Kitle hareketinin şimdilik geri gelmeyişi, kamuoyunun stad ve okul muhalefetine alışkanlık geliştirmesi, hareketlenme ile örgütlenme arasındaki açının henüz kapanmaması, yolsuzlukların ayyuka çıkışının özlenen siyasal sonuçlar vermemesi, 30 Mart moralsizliği, 1 Mayıs...

Bu tablo ile Haziran direnişinin değerleri arasında mesafe açıldı.

Sol, direniş değerlerinin damga vurduğu 2013 yazına ayaklarını basarak tartışamıyor şu anda. Zeminimiz, söz konusu mesafenin yarattığı kırılganlık ve tedirginlikle yaralı.

Kırılganlık ve tedirginlik... bunlar solun süngüsünü düşürür. Böyle bir ortamda sağcı adaylara fit olmanın mazeretleri büyür. Bir yanda siyasal sonuçları cılız kalan kitle hareketine güvensizlik yeşerir, diğer yanda tek çıkış yolu adına yeni patlama bekleme kolaycılığı. Ya da beklemeyip bir omuz darbesiyle tıpanın yerinden oynatılacağı...

Sol, “her şeyi bilirim” tuhaf özgüvenine sarılabileceği gibi, ilkelerini, birikimini hoyratça hırpalamaya da başlayabilir.

Yani günlerimiz siyasal aklı ve eylemi geliştirme amacını merkeze koyarak kazanılmak yerine, psikolojik bir sıkışmanın belirlenimi altında harcanabilir.

Direnişin yaklaşan yıldönümünü umursamamak veya tüm beklentileri o tarihe bağlamak... İki uç bir ve aynı sonucu verecektir.

* * *

Solun şu anki ihtiyacı, zemini değiştirmek.

Değiştirelim demekle olmuyor. Bu anlamda gerçekten söz değil iş!

Değişiklik maddi olmalı.

Kitle hareketi ile örgütlenme dinamikleri arasında çok mu mesafe açıldı? Buna mahkum olduğumuzu kim iddia edebilir! O halde bunu kapatmak için hemen şimdi hamle yapmalı.

Ülkenin siyasal yoğunluğu, kitlelerin arayışı, düzenin bu arayışları massedememesi... bunlar açık seçik bir örgütlenme imkanını ortaya koymuyor mu? İhtiyaç alet yaratırmış. Bence icat edilmiş tek alet Sol Cephe!

O halde bizi kısıtlayan verilerle tartışmaya devam etmek yerine, önce, hemen yürümeli. Tartışmaya çok kısa süre sonra yeni verileri katacağımız kesindir.