Tartışılması gereken

...Ve aslında artık tartışılmaması gereken bellidir: Türkiye'nin krizinde bir normalleşme evresine girilebileceği beklentisi, sürekli boşa düşüyor.

Bugünden geriye sarın.

CHP'nin içinden sistematik bir ses “Erdoğan'la da olur” diyor. Siyaset tarihinde görülmemiş bir vakadır, bir başbakanın toplantı “babalaması.” O ses hemen fırlar yerinden ve TBB Başkanının ayıp ettiğini söyler. Ama başbakan ertesi gün intikam çığlıkları atar ve Loğoğlu boşa düşer!

İleriye sarmayı da deneyin. Mutlaka bugün yarın intikam çığlığına mazeret bulan bir “muhalif” çıkacaktır.

1 Mayıs'a bakıp “bunlar da niye bu kadar ısrar ediyor” diyen olmadı mı? Olmuştur ve AKP'nin takvimden kazıyıp atmak istediğinin “alt tarafı 365'te 1” olduğunu düşündükleri bellidir. Normalleşmeyi bozanlar arasında, -en azından sadece- iktidar değil, 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak isteyen emekçiler de sayılmalıdır, buna göre.

Feyzioğlu'nun kendisi videolar, tapeler karşısında, hırsızlıktan ziyade bu kayıtların nasıl yapıldığını sorgulamamış mıydı? Hükümete “yasal” çıkış planı sunmayı denemedi mi? Soruşturmaların engellenmesi hukuksal çıkış arayanların tamamını boşa düşürmüştür.

Ergenekon tahliyelerinin durumu farklı olmadı. AKP'nin “sizi içeri atan biz değil, cemaatçilerdi” topunu tutup oyuna buradan devam etmek, normalleşme beklentisinin bir türüdür. Önce millici Erdoğan'la birlikte Amerikancı Gülen'i tasfiye edeceksin, bir sonraki istasyonda başka gündem açılacak... Boş iş! Erdoğan'ın yolunda ittifak mittifak olamaz.

Nedeni basit ve söylemekten dilimiz kurudu. Varsın, tekrar olsun: İkinci Cumhuriyet rejimi ancak bir despot eliyle bu dar patikalardan geçirilebilirdi. Her adımda patika daha da daralacak ve düzlüğe ulaşma vaadiyle despot etrafını biçmeye devam edecekti. Başka türlüsü mümkün değil.

Ama kimileri seçimden sonra yeni ulusal uzlaşmanın vaaz edileceğini beklediler. 2010 referandumunun ardından Erdoğan'ın çıktığı balkonu memnuniyetle hatırlayanlar, başbakanın o konuşmadaki teşekkür listesine, geçici ve zorunlu bir tonlamadan başka anlam yüklemediğini bilmiyorlar mıydı? Beyinleri körleşmişti.

Bu körlük konformizmden kaynaklanmaktadır.

“O kadar da olmaz.” Başucuna astıkları çerçevede bu yazıyor.

Kürt reformu beklentisi, aynı konformizm sayesinde ayakta. Oysa AKP'nin Kürtlere ilişkin tasarımı, bir makyaj. İçinde demokratikleşmenin d'sini bulamayacaklar. Erdoğan'ın, Çankaya darboğazını aştıktan sonra, hiç olmazsa Kürtlere “teşekkür” etmesini umuyorlar.

Konformizm, yerleşik düzene kazık çakmış olanların ideolojisi ve ruh halidir. Beyaz Saray, buralara baktığında kendi kazıklarının ötesini niye düşünsün? “Sayıyla mı verdiler bana Mehmet'leri, Ayşe'leri” diyecek ve basıp geçecektir. Türkiye'nin -hasbelkader, yani kanla, talanla- “yönetilebilir” olması yeter emperyalistlere. Ve tabii “daha iyi yönetecek olan var da, biz mi beslemedik” derler. İçerdeki kazık sahipleri, özelleştirdikleri devlet kuruluşlarını, kaptıkları ihaleleri birinci sıraya yazanlar, ha keza.

İşin bu kısmına ne denir ki! Konformizmin böylesi onların hakkıdır.

Benim sözüm muhalif geçinenlere ve gerçekten muhalif olanlara.

Bundan bir yılı az aşkın zaman önce “şu demokratik çözümü tartışalım, belki...” diyenlere. Sanki AKP'li bir normalleşme mümkünmüş gibi...

Bakın işin içine hiç doktrin karıştırmıyorum. “Barış halklar arasında olur” gibi can sıkan ilkeleri hatırlatmıyorum.

Boşa düşmekten, düşürülmekten bıkanlar... artık bir sistem tartışmasına girmenin zamanı.

Erdoğan'ın aday olacağı seçim meşru olamaz. “Belki normal bir seçim yaşarız” beklentisi enayiliktir.

Tartışalım. İlkelerimizi duymak istemiyorlarsa, seçim mevzuatını, vicdanımızda sabit suçları, seçmen kayıtlarını, sandık güvenliksizliğini tartışalım. Bir daha boşa düşmemek için...