Taraflar ve gerçekler

Hükümetin dershane kartını açmasıyla bir daha suyun altına bastırılamayan bir taraflaşma.

İlk büyük patlama MİT müsteşarı üstünden gerçekleşmiş ve AKP ile PKK arasındaki diyalog süreci darbe almıştı. O diyaloğu yeniden rayına oturtmak için bayağı zaman ve emek harcanması gerekti.

Arada Öcalan’ın ağırlığını Erdoğan-Fidan ekibinden yana koyacağını netleştirdiği deklarasyon geldi...
Çekişmenin gerçek boyutlarının yanında dershane pastası devede kulak kalıyordu belli ki.

Hatırlarsınız, Cemaat dershaneleri muharebesi AKP inisiyatifiyle açılmıştı. Bunu o sıralar bir zamanlama olarak yorumlamıştık. Hükümet seçimin tam arifsinde olası bir altın vuruşu, korka korka beklemek yerine kutunun kapağını kendisi açmayı seçti.

Kutu mu? Yok canım, kan kokusunun karıştığı bir lağım çukuru demek daha yerinde olur.

Aralık ortasında başlayan üç buçuk aylık süreç ise bir nevi meydan muharebesidir ve her meydan savaşında olacağı gibi, siyaset Cemaat ile hükümet taraflarına eklemlenmeye zorlanmıştır.

Sadece düzen kurumları değil, muhalefet üstünde de aynı çekim gücü hissedildi. Öteden beri Cemaat’in kollarının uzanmaya çalıştığını bilirdik de CHP’nin basbayağı bu eksene oturacağına inanmak zor olurdu. Ulusalcıların gün gelip de çatışan tarafları karşılaştırıp Erdoğan’ı tercih etmeleri ha keza...

Haziran Direnişi diyoruz ve sahip çıkıyoruz. Ama Gezi’den çıkan bir bozuk filiz, seçime çeyrek kala, Cemaat videoları sayesinde sandığa gömüleceğine kesinkes inandığı hükümete karşı “sokağa çıkma-provokasyona gelme” edebiyatının parçası olmuştur. Aynı kol bir Fethullah senaryosuna kendini yerleştiren CHP için “bas geç” sloganına bağrını açtı.

Lümpen bir reklam dili ile Haziran Direnişi’nin halkçı, hesapsız, dürüst özünü ve dilini birbirine karıştıracak değilim elbette. Ama ne çare, halk hareketinin bile Cemaat mi hükümet mi sıkıştırmasıyla yüz yüze geldiği bir gerçektir.

Geriye kalan ve başını dik tutan, sosyalist muhalefettir.

Sosyalist muhalefet ve kimi sallanmaların ardından benzer pozisyona gelen başkaları, video savaşının halkı pasifize etmenin, ekrana sabitlemenin bir yöntemi olduğuna işaret etme basiretini gösterdi. Çatışmanın taraflarına sarılmanın aptalca, hak edilmemiş bir kişiliksiz olacağını gördük ve anlatmaya çalıştık.

Umutsuz yaşanmıyor: Örgütsüz ve programsız halk kitlelerini hesapsızlık, dürüstlük gibi insani değerler kurtarmıyor. İnsani değerler, onlarla barışık bir siyaset çerçevesinde anlam kazanmazlarsa iki kutup basıncına direnemezler.

Solun ve halkın tepesinde hep CHP’cilik basıncı olmuştur. Geride kalan dönemde CHP basıncı Cemaat kutbunun ambalajı haline geldi.

Ama sınırı var. AKP’nin yasadışı, gayrımeşru yapıları tasfiye edip yeniden demokratikleşme eksenine oturacağına kim inanır? Fethullah Amerikancı onu anladık. Erdoğan’ı nasıl anti-emperyalist diye yutturabilirler!

Bir dönem düpedüz yeni kontrgerillaya dönüşen Cemaatin, şimdi AKP faşizmiyle mücadelesinden söz etmek deliliktir. O vaazlar ve beddualar “normal” insanlar için zırvalıktır...

Ve çaresi de var.

Var çünkü sol ayrı bir taraftır. Biz Cemaatçi kontra faaliyetlerinin deşifre olması için de, AKP’nin ülkeyi savaşa sokamayacak hale düşürülmesi için de mücadele etmiyor muyuz? Birbirlerinin foyasını ortaya çıkarmalarında biz ayrı bir tarafız. Ne birine ne de diğerine eklemlenmeye ihtiyaç da, gerek de yok.

Unutmayalım ki, bunların aralarındaki pazarlığı açık etmelerinin nedeni ülkeyi yönetemez hale gelmeleridir. Yönetim krizi yani... Nereden çıktığını çok düşünmeye gerek var mı? Haziran’ı hatırlamak yetmez mi?