Suriyeliler, iyiler ve kötüler

Egemen güçler yeni bir olguya önce kullanım açısından bakarlar. “Bu göç bize ne kazandırır?” Soru bu olmuştur ve eğer “tüccar siyasetçi” çağında yaşıyorsanız, artık göçmen denen kategori herkesin olabileceğinden defalarca daha fazla, metadır. Alınıp satılacak bir mal olarak görülür.

Aslında herkese öyle bakar egemen güçler; ama şimdi önlerinde yepyeni, çaresiz, hakları olabileceğini aklına getirme olasılığı son derece düşük; hele Türkiye’den söz ettiğimize göre zaten hukuk açısından herhangi bir hakkı da bulunmayan bir kalabalık vardır. Egemenlerin ağızlarının suyu akar.

Sızlanmalarını fazla ciddiye almak mümkün değil. Hükümet Suriye’den gelenler için 30 milyar (dolar) harcadığını söyler ve sızlanır durur. Ama bu bir savaş maliyetidir aslında. Komşu ülkeyi şeriatçılara yağmalattırmak için kurulan uluslararası komplo bedava olacak değil ya. Üstelik kimse fatura da sormamaktadır. Kim neye harcamış, bilemezsiniz. Rakam verene güvenemezsiniz de. Belki de şu kadar milyonu kaçak çalışıyor, bunlar sigortalı olsaydı, şu kadar milyar vergi gelirimiz olurdu türünden cin hesaplar bile yapmışlardır!

Sonra Suriye göçmenleri AKP için Avrupa’yı tehdit ve bir nevi at pazarlığı için malzeme anlamına gelmiştir. Açarım sınırı, gönderirim oraya!

Ama pazarlıkta kural olarak kimin kazanacağı önceden bellidir. Şimdilik anlaşılan, Avrupa’nın başı çeken emperyalist ülkeleri Suriyeli kalifiye emekçileri karpuz seçer gibi seçme ayrıcalığını kullanmaktadırlar. Kalifiye olan da olmayan da yerli işçi sınıfını baskılayacak yedek işgücü olarak zaten işlev görecektir. Dahası, yeni gelenlere bakan yerlilerde ırkçı damar şişecektir. Her emekçinin dokunulmaz hakları, insanca yaşayabileceği ücreti olsa, çalışma hakkı anayasal güvence altında olsa, hiç “kendiliğinden ırkçılık” diye bir şey olur muydu?

Öyle bir düzeni hedefleyen biz komünistler, insanın kendiliğinden dürtüsünün zor durumdakiyle dayanışmaya girmek olacağına inanırız. Nefretin insanın özünden değil kapitalizmin, sömürünün özünden kaynaklandığını biliriz.

Yeri gelmişken, inanmak ve bilmek artık yetmiyor. İnsanı savunmak ve fazlasıyla kirletildiği noktada yeniden kurmak gerekiyor. Çünkü kötülüğün olağan olduğunu vaaz eden bir örgütlü saldırı altındayız. Bizden Hakan Günday diye bir yazar kitabını yazıyor. Fransa’da kitaba ödül veriliyor. Geçen yıl da Onur Saylak’ın elinde film olup sinema salonlarında saldırtılıyor üstümüze. Savaş, sömürü, insan yaşamının üç kuruşa gittiği bir dünya var ve “eser” izleyiciye, uyduruk bir “sosyal evrim” tezinden sesleniyor: “Bugün hayatını sürdüren insanlar, başkalarını yok edenlerin, sırtına basıp onun boğulması pahasına yükselenlerin torunlarıdır. Hepimiz kötüyüz, hepimiz kriminal yaratıklarız…” Daha filmi böyle diyor.

Bu iddianın sahipleri kendileri ve ödüllendirildikleri düzen açısından itirafçı sayılabilirler. Ama bu duruma “hadi oradan” demek yetmiyor. İyiliğimizi göstere göstere yaşayarak, iyilik yapmak için yaşayarak, mücadele ederek püskürtülür bu hakaret, bu saldırı.

AKP Avrupa’yla pazarlıkta bir ölçüde kazanç elde etti. Kuralı olmayan yani kuralsızlığın yönetildiği bir oyunda, orman kanunlarının egemenliğini ilan etmek de Erdoğan’a yakışırdı doğrusu. Tehdit, kuralsızlığın yönetilemez hale getirilmesiydi özetle. Oysa örneğin Almanya isterdi ki, proletaryasını kontrollü biçimde göçmenleştirebilsin, kendi yerleşik nitelikli işgücünü hızla göçmen niteliklilere kuşattırıp teslim alabilsin.  

AKP içerdeki kazanç planlarında ise ancak kısmi mesafe aldı. Bazı kentlere yeni bir ırkçılık serpiştirdi, kimi bölge ve sektörlerde patronlara kölelik koşullarına razı bir işçi sınıfı armağan etti, insan trafiğinin yayılmasıyla toplumu insanlıktan çıkartmakta ciddi yol aldı… Bunlar tamam. Ama milyonlarca Suriyeliden yeni seçmen türetmek, bir kısmını milisleştirmek… Bunlar fantezi düzeyinde kalmışa benziyor.

Neden Türkiye’ye kaçmak zorunda kalıp, ölümle, fuhuşla, dilencilikle, boğaz tokluğuna çalıştırılmakla tanışan insanlar Erdoğan’ın adamlarına dönüşsün? Milislere gelince, şeriatçı paralı askerler zaten vardı, onlar ÖSO oldu. Üç eksilmiş, beş artmıştır…

Şimdi Erdoğan’ın savaş tezi, Suriye’yi kurtarıp Suriyelilere teslim etmek. Bu sayede göçmenlerin ülkelerine dönmeleri sağlanacakmış. Belli ki tersi sonuç alınacak. Göçmenlere göçmenler eklenecek! İyi de hani onlar misafirimizdi?

CHP ise bir alem! Savaş kaçınılmazsa, CHP’nin aklına barış gelmez. Kılıçdaroğlu militarizmde, milliyetçiliğin körüklenmesinde rol kapmayı dener. Kopya aslını besler.

Erdoğan Toprak ise CHP’nin önemli ismi. Daha yazarının ve yönetmeninin, ödülcülerinin ve benzerlerinin mesleğini elinden almaya aday. Kurmacaya ne gerek var, Toprak varken: “Bunları ben yıllardır besliyorum, sağlığına her şeyine destek veriyorum ama nöbet sırası onlarda. Kendi vatanını kurtarması gereken o. Bir an evvel eğitilip, donatılıp Özgür Suriye Ordusu'na katılması lazım… O burada yan gelip yatacak, devlet ona para verecek, sağlık harcamasını yapacak.” Erdoğan Toprak Suriyelileri askeri eğitimden geçirip ülkelerine salalım, taş taş üstünde kalmasın diyor. Bu kötülükle mücadele etmek gerekiyor.