Suriye’de zafere doğru

Dünya Barış Konseyi ve Dünya Demokratik Gençlik Federasyonunun Şam dayanışma ziyareti daha önce soL portalda yazıldı: 

Ziyaretin vesile olduğu ilk haber ise Dış İşleri ve Göçmen İşleri Bakanı Velid Muallim’in 29 Ekim mesajı olmuştu: 

Türkiye’den Beyrut’a uçup, karayoluyla Şam’a geçen iki delegeden biri de bendim. Orada sayımız yüze yaklaştı herhalde… 

DBK ve DDGF İkinci Savaş sonrasında işçi sınıfı partilerinin inisiyatifiyle kurulan iki uluslararası “cephe örgütü.” Her ikisi de hakikaten şanlı birer geçmişe sahip olan bu örgütler, Sovyetler Birliği dağılalı ve sosyalist sistem ortadan kalkalı beri eski günlerinden uzak. Ancak politik önemleri varlığını koruyor ve bu geçmişin hatırına değil. Bizden Türkiye Barış Komitesi (OHAL kapatmasından önce Barış Derneği) ve Türkiye Komünist Gençliği’nin üye olduğu bu iki kuruluş başka başlıkların yanı sıra Arap Baharı ve Suriye savaşına ilişkin özgün, biricik ve sağlam hattı en başından itibaren koruyan yapılardır. Bugünkü saygınlıkları ve etkileri, geçmişten gelse de bugün yeniden üretilmektedir.

DBK üyeleri arasında Şam’da, bu gezi nasıl değerlendirilmeli diye çok konuşuldu ve bu yazı söz konusu görüş alışverişlerinin devamında yazılıyor. Geçtiğimiz Cumartesi İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde Suriye’de yaşananlar konusunda bir sunum gerçekleştirdim. 

Şimdi de yazıya döküyorum. Bugünkü köşeyi DBK-DDGF çalışmalarının çıktısı sayabilirsiniz. Gördüklerimizi, düşündüklerimizi kendi kamuoylarımıza hızla taşımalıyız diye konuşmuştuk…

Ama sizi önce sunuma başlarken dinlediğimiz şarkıya kulak vermeye davet edebilir miyim?

Eğer zaman ayırıp dinlediyseniz, aslen Suriyeli olmayan bu parçanın bende uyandırdığı düşünceyi söyleyebilirim. O kibirli, salak, cahil emperyalistlerin, daha fazla küfrü çoktan hak eden bölgenin gerici egemenlerinin ve onların maşası cihatçı paralı askerlerin, üzerine şeriatçı bir meczupluk düzeni kurabileceklerine inandıkları toplumsal yapı işte budur! Suriye bu kültürel, toplumsal, tarihsel dokunun en ileri mevzilerinden biridir Arap dünyasında. Yıllar önce “Suriye bu oyunlara sığmaz” demiştik; henüz savaş tüm şiddetiyle yükselmekteyken. Başkaları ve sonradan AKP’ye muhalif kesilen solumtırak liberaller “diktatör Esad” korosunda söylerken Barış Derneği 2012’de Antakya’da uluslararası ilk konferansı düzenlemişti; Dünya Barış Konseyi temsilcilerini Antakya’nın barış yanlısı kurumlarıyla birlikte konuk etmiştik. O günlerde çok zorlamıştık Suriye’de paralel bir toplantıyı yapmayı. 2012, 2013 yılları Suriyeli dostlarımızın buna cesaret edemeyeceği kadar zor zamanlardı…

Sonunda oldu. Ev sahipliğini Suriye Barışseverler Ulusal Konseyi ve Suriye Öğrenci Birliği’nin üstlendiği dayanışma ziyareti kapsamında Baas Arap Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Hilal, Dış İşleri ve Göçmen İşleri Bakanı Velid Muallim, Suriye Halk Meclisi sözcüsü Hammuda Sabağ ve milletvekilleri, Genel Sendikalar Federasyonu başkanı, Şam Üniversitesi rektörü ve en önemlisi Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüştük. 

Bu etkileyici listenin daha “halk işi” bir içerikle değiştirilmesini hak ediyor aslında Suriye direnişi. Muallim gibi bir diplomasi duayeninin ve “tarihte bireyin rolü” üstüne bir araştırmanın konusu olmayı çoktan hak eden Esad’ın, bizim oradaki deyimimizle “yoldaş bakan” ve “yoldaş başkan”ın anlattıklarına diğer isimler elbette önemli katkılarda bulundular. Düpedüz ara sokakta bulunan mütevazı Halk Meclisinin tarihinin Fransız emperyalizmine direnişle yazıldığını, işçilerin cihatçılarca çalınmak istenen fabrikalarını gerektiğinde işgal ederek teslim etmeyişlerini yerinde dinledik. Ama Suriye’nin direnişini daha az devlet ve daha çok halk katından gözlemleme imkânı bulmayı çok isteyeceğimizi de ev sahiplerimizle açıkça paylaştık. Doğrudan işçilerle, askerlerle, sağlıkçılarla, eğitimcilerle… Hak verdiler ve sözleştik daha iyisini yapmaya. 

Haa, bir de sabah 8 - gece 11 şeklindeki acımasız programla o dünya güzeli kenti tanımamıza neden zaman bırakmadıklarını sorduk tabii. :)

Şaka bir yana, daha halkçı bir programı gerçekten hak ediyordu bu gezi. Çünkü 2011-2018 direnişi Suriye halkının direnişidir. Suriye akıl almaz genişlikte bir dünya koalisyonunun olabilecek en vahşi saldırısına maruz kalmış, saldırgan pozisyonuna geçmeyenlerin Esad’ın yetkilerinin nasıl kısıtlanacağı konusunda devreye girdiklerine veya arabuluculuğa kalkıştıklarına tanık olmuştur. Rusya ve Lübnan Hizbullah’ı da dahildir, Şam iktidarının sonunun yaklaştığını kabul edenlere… 

Rusya’nın sahaya inişinin tabloyu nasıl değiştirdiğini şu linkteki haritalarda görebilirsiniz:

 

Kanımca bu değişime son imzayı atan Putin, ama değişimi hazırlayan Esad’dır. 

Rusya Suriye halkına büyük bir yardımda bulundu. Ancak kaderi değiştiren bu yardıma göre daha ön plana yerleştirilmesi gereken, yardımı alan ülkenin önderliği ve halkıdır. 

Haritaların değişmesinin arkasında çetelerin işgali altında kapalı okulun öğretmenine, kapalı devlet işletmesinin işçisine maaşını yatırmaya devam eden bir merkezi iktidar sorumluluğu vardır. Şam’a düşen her havan mermisinden, her bombalı saldırıdan sonra meydanları dolduran yurtseverlerin payı vardır. Apartman dairesinde yaşamaya devam eden, fırsat bulduğunda arabasının direksiyonuna oturan Yurttaş Başkan vardır. Şaka değil 3 milyon işgücünden yoksun kalan bir ülkenin ayakta tutulması için birbirine sarılanların dayanışması, gönüllü çalışma vardır orada... Sonra ölenler vardır… 

Şam sokaklarında güvenliği sağlayan çok asker görüyorsunuz. Kontrol noktalarının giderek azaldığı söyleniyor ve görüntü tamamen normal olmasa da hiç de savaş ortamını çağrıştırmıyor. Ama daha önemlisi, Şam’ın stratejik noktalarını elinde kaleş, ağzında cigara tutmakta olan delikanlılar hiç de bizdeki ve dünyaya yayılmış robokoplara benzemiyorlar. Suriye Ordusunun mensupları, birkaç gün içinde bilgi veya kanaat değil, yalnızca izlenim edindiğimi söyleyebilirim, halkın çocukları olarak geziniyorlar sokaklarda. Savaşı kazanan onlardan başkası olabilir mi? 

Tersini düşünmek yalnızca ahlaka değil gerçeğe de aykırı olur. Bunu açmayı deneyeceğim. Ama bu yazı bugün bitmeyecek anlaşılan… 

Devam edeceğim, şimdilik bugünü kapatırken ekleyeyim: Muallim ve Esad’ın “eli kana bulaşanlar ülkemizin yeniden imarında rol alamayacak, buna izin vermeyeceğiz” demeleri, “nihai zafer bütün yabancı güçlerin çekilmesi ve ülkenin birliğinin sağlanmasıdır” ısrarları, “Anayasa ulusal meselemizdir, karıştırmayacağız” kararlılıkları, “yeniden imarda özel sektöre değil kamuya güveniyoruz” uyanıklıkları, sekülarizmi varoluşsal bir ilke olarak vurgulayışları… 20 milyonluk Suriye’nin ne cüretle dünyaya kafa tutup, nasıl halkın zaferine ulaştığını asıl bunlar açıklar ve bunların tamamı “Suriyeli” değerlerdir.

Dediğim gibi; devam edeceğim. İdlib “mutabakatından”, biz Şam’dayken toplanan “İstanbul Zirvesinden” geçip nihai zaferin ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışacağım. 

Madem müzikle başladık, aramızı da öyle verelim: