Stratejinin krizi

Bu işin başlangıç noktası 2008 dünya krizi derim...

Biz bunu ilk kez, ertesi yılın başlarında TKP’nin kongresine eşlik eden analizlerimizde söyledik. Dünya neo-liberalizmle devam edemezdi. Verimlilik palavralarına, özelin güzel olduğuna falan artık kimseyi inandıramayacaklardı...

Diğer yanda, Obama’nın başkanlığa yükseldiği andı. 2008 sonu seçim, 2009 başı Beyaz Saray. Tarihin gördüğü en acımasız saldırganlığı ezilenlerin rengiyle örtmeye, kiri, kanı, irini aklamaya geliyordu ilk siyah başkan. Makyaj iyi de, ne yapacaklardı?

Neo-liberalizmin özü sermayenin ve emperyalizmin “sonuna kadar” saldırmasıydı ama bunun alternatifi geri çekilme, özür dileme, emekçilerle bir “yeni anlaşma” olamazdı ki. Çünkü henüz bizim taraf yenilgiden çıkmış değildi. Çıkamazdık bizdeki 12 Eylül gibi dünyada da Sovyetlerin yıkılması ve neo-liberal sağ yükseliş, onların en büyük saldırısı ve bizim en ağır yenilgimizdir. Özetle kriz vardı, devrim yoktu!

Kaçınılmaz olan halkların hamle yapmasıdır. Emperyalistler hem krizin devrime açılmasını önleyecek bir savunma oyunu kurmalıydılar, hem de krizi atlatmak için daha fazla kaynak bulmalı, daha fazla yağmalamalı, düşen kârları telafi etmeliydiler. Modeli Ortadoğu’da oluşturdular.

Bir önceki, 11 Eylül’cü açık savaş taktiğini de öyle yapmışlar, Doğu’yu kendilerince de Dar-ül Harb ilan etmişlerdi. Şimdi öyle sürdürülmesi mümkün olmaktan çıkan 11 Eylülcülüğün yerini daha içerden bir yöntem almalıydı.

Halklar hamle yapıp, kitle hareketi patlak verdiğinde, uzun süredir ne yapacağını bilmeden ortalıkta dolanan İslamcı gericiliğin bir bölümüne el uzattı emperyalizm. Uzlaşmacılık tarihi yeni başlamayan Batının Müslüman Kardeşleri sahneye çıktı.

Zaten Türk gericilerin “n’olur, süpürmeyin, bırakın bir deneyelim” ağlağı karşısında yol verilmemiş miydi benzerlerine? Fena da gitmiyordu hani... Bölgenin bütününde de olamaz mıydı? Doğu’nun Batı ile uyumsuz dinamiklerini kırma sorununu yine Doğu’lular çözebilirdi...

Demek ki çözemezmiş. Demek ki olmazmış. Demek ki emperyalizm krizi hafife almış.

Arap Baharcılığı 11 Eylülcülüğün yaması olmaktan öteye geçemedi. Medeniyetler savaşı fiyaskosunu acele bir uyumlu İslamla halletmek mümkün olmadı.

Krizin müsebbibi olanlardan daha fazlasını zaten beklememeliydik. Ama bunun ötesinde, açılımın beş yıl bile sürmemesi, işin önemli bir boyutunun stratejinin krizi olduğunu gösterir.

Şimdi değişimin göbeğindeler ve bu atmosferde “aktif taşeronlar” safraya dönüşüyor. Tayyip Erdoğan bir safradır.

Emperyalizmin Erdoğan kadar “yüksek” profille yola devam etmesi mümkün olmaktan çıktı. Bölgenin bütününde de... Bu düğümün çözümü için, bu ara, kartlar yeniden dağılıyor. Çözüm zor. Hele Türkiye anlatılanların ötesinde, kendine ait, özgün bir krizin sahası haline de gelmişse...

Erdoğan’sız İkinci Cumhuriyet. Hedef budur ve hedefe ulaşmak için tansiyonun kontrol edilebilmesi, geçişin daha tedrici yaşanması gerekir. Dolayısıyla kendini Türkiye kapitalizminin bekasından sorumlu hisseden yerli ve yabancı tüm kuvvetler bir ayak frende gidecekler. Tayyip ise deliyi oynamayı tercih ediyor.

Bana sorarsanız, kontrollü bir değişimin koşulunun bu tür üslup ve dozaj konuları olmadığını söylerim. Önce strateji lazım. Ki, ona göre rol dağıtımı yapılabilsin. Bir senaryo var da, oyuncular dökülüyor, sahne çökmüş...

Nasıl olacak? Sıfır liderlik, sıfır siyasal akıl ve sıfır öğrenme kabiliyetiyle devam eden Kılıçdaroğlu’yla mı? Otopark mafyasından bozma, dosyaları raftan taşan Sarıgül’le mi? Bir tarafa CHP’li Gül buketi, diğer tarafa AKP ve Kürt hareketlerinin yerleştiği akla ziyan ittifaklarla mı?

Halk bu koşullarda örgütlenmeyecek de ne zaman örgütlenecek!