Mübarek sendromu

Aydemir Güler'in “Mübarek sendromu” başlıklı yazısı 10 Haziran 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Analizin, gelişmeleri kestirmenin zor olduğu bir andayız. Bu satırları Cumartesi gecesi yazıyorum. Bugün AKP cephesinden gelen dört mesaj, ortada bir “devlet aklı” kalmadığını kanıtlıyor.

Önce hava ilk bozduğunda sırra kadem basan Belediye Başkanı Kadir Topbaş saklandığı yerden çıktı. Kameraların karşısına geçmeden, Topbaş’ın göstericilerle temas kurduğu bilgisi ana akım medyanın web sitelerine salınmıştı. Topbaş, gerçekten öyleymiş gibi konuştu. Taksim’e bu sefer, içi müze dışı kışla bir ucube yapmak istedikleri anlaşılıyordu sözlerinden. Yeni olan tek şey vardı: AKP’nin siciline koca bir yalan eklemiş oldu. Taksim Dayanışması, kısa süre sonra görüşme iddiasını yalanladı.

Sonra AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik sahne aldı. Tek kelime yeni bir şey söylemedi. Kışla kılıklı müzenin birkaç tane de kafesi olsaydı fena mı olurdu... Erken seçime ise gerek yoktu. Memlekette o kadar da önemli bir şey olmamıştı ki!

Güvenlik Zirvesi diye bir şeyin haberi geldi aynı sıra. Devlet, Pazartesiye kadar gösterilere müdahale etmeyecekti. Bunu doğru okursak, Pazartesi müdahale olacağını anlıyoruz. Yani sizin bu satırları okuduğunuz gün...

Demek ki bu kitle hareketinden herhangi bir şey anlamamışlar. Sabahın 5’inde park bastıklarında ne olduğunu akıllarında tutamıyorlar. İlk Cuma İstiklal Caddesi’nde onbinlerce kişinin saatlerce gaz ve suya rağmen neden dağılmadığına dair en küçük bir fikirleri yok.

Ben böyle düşünürken, baktım İstanbul Valisi “müdahaleden bahsetmek provokasyondur” diyor! Tövbe tövbe...

Sonra gelecek hafta sonu AKP’nin İstanbul ve Ankara’da miting düzenleyeceği haberi yayınlandı medyada. Erdoğan’ın “evinde tutmakta zorlandıkları”, anlayacağınız...

Eksik kalmasın, Gül’ün merak saldığı ve Kılıçdaroğlu’nun tekrar ettiği bir nokta daha var. “Gösteriler Arap Baharı’na benzetilmemeli çünkü daha ziyade Batı ülkelerine benziyor.”

Bahar lafı uygunsuz gerçekten de. Ama başka bir nedenle. Kuzey Afrika ülkelerinde böyle anılan hareket, iktidardaki eski rejimleri AKP tipi bir “uyumlu İslam” ile değiştirdi. Bu, Türkiye için tamamen geçersiz. Taksim direnişi, tersine “uyumlu İslam”a karşı sol bir karakter taşıyor. Özetle devletin geriye kalan aklı da aynı kapıya çıkıyor: “Bişi olmaz.”

Benzetmek gibi olmasın, Erdoğan’ın yön verdiği bu adımların bütününe “Mübarek sendromu” diyebiliriz.

Artık “eski rejim” AKP’nin İkinci Cumhuriyeti’dir. Daha önceleri söylediğimiz gibi bu rejim kurulurken çürüdü. Çürüdükçe ortada Türkiye’de egemen güçlerin geleneksel övünç kaynağı olan devlet aklı kalmadı.

Erdoğan’ın bir stratejisi yok.

Meclis muhalefetinin, değil seçim istemek, “hükümet istifa” bile demediği bir konjonktürde baskın seçim kuvvetli bir çıkış olabilirdi AKP için. Ama bu bir strateji gerektirir. Oysa Başbakan, hükümetin meşruluğunu nasıl tazeleyeceğini tasarlamaktan uzak duruyor. Böyle bir arayışın, şu an meşruiyetin zedelendiğini kabul etmek olacağını düşünüyor. Yani hiçbir şey anlamıyor!

Erdoğan’ın panik halinde sarıldığı önlemler var sadece.

Belediye başkanı çıksın yalan söylesin. Müdahaleyle korkutalım. Kendi mitingimizi yapalım. Mezarlıkta ıslık çalalım!

Türkiye’de devlet aklının restore edilemeyeceğini, yani yitirilenin geri gelmeyeceğini kesinkes söylemek asla doğru olmaz. Ancak Haziran’ın 8’ini 9’una bağlayan gece görünen, AKP’nin çökmek üzere olduğudur.