Kriz, bildiğiniz gibi değil

Barzani ve Katalon referandumları bir zincirin yeni halkaları. Son dönemki bağımsızlıklar, hangi somut gerekçeye yaslanırsa yaslansın aynı bağlamın parçaları olarak görülmelidir. Bazen belirli bir tarihsel eğilimin istisnaları olur. Herkes bir yöne giderken, bakarsın tersi bir örnek peyda olmuş… Bu kez öylesi de pek yok.

Mesele AB üyesi bir ülkenin veya AB’nin sorunu olmanın ötesine geçti. Katalonya halkının eski tabirle “ezilen ulus” olarak görülmesi, en temel faktör, ekonomik eşitsizlik yoksa nasıl mümkün olabilir? AB’nin ikiyüzlü demokrasisini beğenmiyoruz; ama dil ve kültür özgürlükleri konusunda geleneksel kimi gruplar (örneğin Romanlar) ve en yeni göçmenler dışında bir baskı ortamından söz etmek de çok yersiz olur.

Diğer tarafta da Barzani aşiretinin egemenliğindeki bölgenin Irak içinde ezilen ulus kategorisine sokulması saçma olur. Ekonomik açıdan bölge Amerikan istilasından sonra Irak’ın en kayırılan kesimi olmuştur.

İki güncel örneğin yanına Yugoslavya’dan doğarken “Sırp zulmüne başkaldıranlar” diye sunulanları ekleyin. Sovyet döneminde en olmadık şeyi, ulusal ezme-ezilme ilişkisini keşfeden ve bunu bağımsız devletlerinin gerekçesi yapanları unutmayın. Fransa topraklarının kadim halkı Oksitanlar şimdilik sokak tabelalarıyla yetiniyor, ama Kuzey İtalya’da yoksul güneylileri sırtında taşıdığını düşünen “özgürlükçü” akım bir ara bayağı yükselmişti. Avrupa’nın merkezi Brüksel’e bir süredir Belçika’nın başkenti demek güç; bir yana baksanız Valonya, diğer yanda Flandra. Bu parçacıklardan birine ezilen ulus demek saçma…

Bu sepete geçmişten devrolanlar bile yeni duruma uyarlanmak zorundalar veya zorunda kalacaklar.

Yeni durum kapitalizme eşlik eden ulus temelli yapılanmaların, devletlerin, ideolojilerin çok ağır bir krize girmesidir.

Görüntü birtakım ulus dinamiklerinin yükselmeye ve kapıları zorlamaya devam ettikleri yönünde. Ama bu görüntü yanıltıcı. Zaten “ulus devlet ayakta” diyemiyor milliyetçilik. Yeni milliyetçilere sevinemiyorlar. Yirmi birinci yüzyılın açılışında “ulus devlet bitiyor” diye Washington’a tempo tutan “özgürlükçü sol”cular ellerinde patlayan etnik milliyetçilikleri anlamazdan geliyorlar hâlâ. Bu kadar çok kimlik, özgürlük olmaktan çıktı tabii.

Katalonya’dan bir ulus çıkartamazsınız. Flamanlardan da çıkmaz. Farklı dillerin varlığı buna yetmez. Barzani aşiretinden ulus imal edilemez. Madrid’dekiler Erdoğan’ı rol modeli seçip “yüzde elliyi” sandıklara ve kitlelere falan saldırtsalar da, emniyet güçleri Türk usulü “görevlerini yapsa” da, bu baskı karşıtını aklamaz. Bağdat-Tahran-Ankara üçgeninin Barzani’yi sabah akşam tehdit etmesi gibi…

Bu kriz bildiğimiz gibi değil.

Kapitalizm zamanında etnik, ekonomik ve kültürel ortaklıkları aldı, kâh bunları devlet eliyle geliştirerek, örneğin ulusal eğitimi örgütleyerek, her köye elektrik götürerek, ideoloji inşa ederek, kâh oyun bozanları bastırarak, yani yerel kültürleri yok ederek, kalkan başları ezerek, düşmanlaştırarak veya sus payı dağıtarak modern uluslar imal etti.

Sonra bu sürecin öncüsü büyük burjuvalar, kapitalizmin sınır tanımaz sermaye ve meta ilişkilerinin gereği ulus ötesi yapılar kurdular, hatta uluslararası bir sermaye oluşturdular. Daha dün kurdukları ulusların altını oymak ve onları boşa düşürmek için kapitalist-emperyalizm aşamasına geçmek yetti.

Kabaca iki yüzyıldır bu macera. Biraz daha köklere inseniz birkaç on yıl daha eklersiniz; o kadar.

Son dönemeçte sosyalizm ulusların kurtuluşu bayrağına koskoca bir anti-emperyalizm yazdı. Geçen yüzyıl Asya’nın, Afrika’nın, Güney Amerika’nın kıyılarından kopan bağımsızlık dalgaları emperyalist-kapitalizmin eline ayağına dolaştı.

Bu dalgayı küreselleşme diye, özgürlük çağı diye, kimlikler diye, sınır aşan sermaye diye göğüsleyen kapitalizmin elinde herhangi bir model yok. Etnik milliyetçilik; süregiden büyük göç; ve küreselleşme ideolojisinin hem emperyalist savaşlarla hem de on yıl önceki krizle birlikte inandırıcılığını yitirmesi… model yok ve çıkmaz.

İnsanlık uluslar halinde ve bu temelde oluşmuş devletler topluluğu olarak var oldu bir dönem. Bu sistem çözüldü ve çöküyor. Burjuvazinin bildiği tek çözüm yolu var: Savaş ve yeniden paylaşım. Ama bundan yüz yıl önce savaşarak paylaşacakları dünyaya nasıl bir yapı dayatacaklarını üç aşağı beş yukarı kestiriyorlardı. Şimdi sıfıra sıfır. Elde de sıfır, kafalarda da.

Bu büyük kriz.

Ve bir kez daha tarihsel olanak. İşçi sınıfı için “evet bizim yanıtımız var” demenin saati çok yakın ve çok zorunlu. İşin tuhafı, burjuvazinin içinden çıkamadığı problem, sosyalizm çerçevesinde düşünüldüğünde hakikaten çocuk oyuncağı…

Bu kriz, bildiğiniz gibi değil gerçekten.