Kritik Günler

AKP'nin TSK ve Yargı cephelerinde radikal ve şiddetli bir dönüşümü zorladığı günler, aynı zamanda Tekel direnişinin kritik haftasıyla da çakışıyor. Bu yazı açısından iki konu arasında bir açıdan analoji kurmak söz konusu. Oradan başlayayım.

Erzurum-Erzincan raundu oynanırken hükümetin zeytinyağ misali üste çıktığını gördük. Az rastlanır ölçüde saçma ve boş bir takım tezleri objektif gerçekler olarak sunma becerisi, cahil oldukları kesin olan bu takımın içkin bir özelliği değildir. Siyasette bir tarafın becerisi, karşı tarafın veya genel olarak diğer öznelerin ne yaptıklarıyla koşullanır. Zırva tezleri bağıra çağıra anlatıp resmen üstünlük kuranlar varsa, karşılarında da zayıf, çaresiz, sesi çıkmayan başkaları, mutlaka vardır. AKP, bir de, bir milletvekilinin basına yansıyan sözlerinden yola çıkarsak, durduğu takdirde anında düşeceği kesin olan, intikamcıları kapıda bekleyen bir hükümettir. Bu değerlendirmenin “atak oynamaya mecburuz” diye özetlenen bir enerji kaynağına işaret ettiği doğrudur. Ancak bir de, AKP'lilerin bile, tökezlemelerinin ciddi bir olasılık olduğunu kabul ettikleri görülmektedir.

Bunu karşı taraf(lar) görememektedir!

Erzurum-Erzincan raundu hükümetin devrilebileceği günlere açılabilirdi. Onun yerine “yargı reformu” doğrultusunda kamuoyu güçlenmiş oldu! O kadar güçlendirildi ki, onun kuyruğuna da birkaç ay önce fantezi sayılan Mümtazer Türköne'nin “yeni bir ordu kurulmalı” vizyonu takılıverdi.

Büyük boşlukları göremeyen ve lafla yetinen CHP topluma seslenmeyi asla düşünmeyen yüksek yargı üyeleri şimdi söylentilere göre toplu istifayla sahneyi büsbütün terketme seçeneğine varan TSK... Bunların olup biteni görme yeteneğini yitirmiş gevezelerden ibaret olduğunu söyleyebilir miyiz?

İşi bu kadar basite indirgemek yanlış olur. Sol portalın “baykuş bakışı”nda Kemal'in ısrarla saptadığı gibi, sorun AKP'nin düzen içi muhalefetlerinin AKP'nin temsil ettiği programa çok yakınlaşmış olmalarından başlıyor. Cumhuriyetin emperyalist ve gerici tasfiyesi muhalefet tarafından bir olgu sayılmaktadır. Beceriksizlikleri ve hükümetin, neredeyse, her dilediğini yapacak bir görüntü vermesinin iç siyasetteki en önemli kaynağı, karşıtların kendilerini gündemdeki emperyalist-gerici dönüşümden ayıramamalarıdır.

* * *

Geçtiğimiz günlerde hükümet düşürme olasılığını nasıl bertaraf edeceğiyle ilgilenen muhalefetin Tekel direnişindeki muadili sendikal harekettir.

Bu sendikal hareket, önce Hak-İş ve Memur-Sen gibi AKP'nin iki uzantısını masasına oturtmakla uğraşmış, bu ikilinin sadece kazık atmayı ve ajanlık yapmayı düşünebileceklerini önemsememiştir. İşe böyle bakınca Tekel direnişinin sendikal hareket için güncelleştirdiği bazı olasılıkların yanına bile yaklaşılmaması normaldir.

Bu olasılıklardan biri sendikal hareketin siyasallaşması ve sola açılması, diğeri de Türk-İş'teki AKP ağırlığının tasfiyesidir.

Siyasallaşma ve sola açılmanın nasıl mümkün olacağını merak edenler Direnişçi İşçiler - Tek Gıda-İş Sendikası – TKP üçgenine bakmalıdırlar. İlk ikisinin özgün bir solculuğu barındırdığını kimse iddia edemezken ve aslında sendika açısından tersi doğruyken, ortaya başka bir olgu çıkabilmektedir. Bu olgunun sendikal hareket ve işçi tabanının bütününde de yaşanması mümkündü. Bu olasılığın önünü -herhalde AKP'li ve MHP'li odakları suçlamakla uğraşmayacağız- sol sendikalizm kesti.

Direnişin yeterince dayanışma görememesinin nedeni DİSK'in örgütlülüğünün zayıflığı, KESK'in becerememesi, Türk-İş muhalefetinin şu veya bu kısıtı değildir. Bu kesimlerin asıl sorunu, mevcut sendikal yapının alternatifsizliği konusunda başlarının eğik olmasıdır. Sol sendikalizm veya sendika solculuğu, AKP'nin Türk-İş'e baştemsilci olarak atadığı Kumlu'dan kurtulmayı, kendi aralarında güçlü ve fiili bir başka zemin inşa etmeyi falan düşünmedilerse, zaaf program benzerliğinden kaynaklanmaktadır.

Açıkça ve alanlarda görülmektedir ki, egemen sendikacılık anlayışı herkesi bir biçimde bağlamıştır ve bunun sonucunda her sendika kendi dar çıkarlarına sabitlenmiştir. Belli ki, birilerine göre “Türk-İş doğru düzgün iş yapmıyorken kendini ateşe atmak aptallıktır.” Bu zincir Türk-İş'in sol muhalif sendikalarına gelindiğinde, “Tek Gıda-İş yeterince yapmazken biz salak mıyız” biçimini almakta, sonra direnişçi işçilerin üye oldukları sendikanın içine kadar gelinmektedir.

Bu saçma tablonun pratikte doğurduğu sonuç, sendikaların uygulamayacaklarını bildikleri kararlar alıp durmaları. Cuma sabahları kısmi iş bırakma, genel grev, mitingler, direnişe katılım kararlarında hep aynı şey olmuştur. Şimdi Mayıs ayının sonlarına kadar genel grev hazırlığı yürüteceklerine inanan var mı?

Sendika solculuğunun kendini ayırt edemediği gerici yapılanma nedir peki?

Sendikaların kitle ve mücadele örgütleri değil, düzen içi kurumsallıklarıyla öne çıkmaları, ya da sosyal taraf olmak. Özelleştirme dahil piyasalaşmanın bütün boyutlarının kaçınılmaz bir mekanizma oluşturduğu ve bu alanda sadece kısmi pazarlık yapılabileceğinin kabulü. Sendikaların sınıfın küçük bir azınlığının örgütü olmasının bir sorun değil gerçeklik olarak algılanması. İşçi sınıfının bütünlüğünün kurulmasının gündemden düşürülmesi. Emekçilerin durumlarındaki olası düzelmelerin yalnızca egemenler arasındaki dengelerin ürünü olabileceğine, bu nedenle gözlerin AB'ye, Obama'ya, Tüsiad'a çevrilmesi gerektiğine ilişkin örtük bir kabul.

* * *

Lakin burası Türkiye'dir!

Türkiye'de başkaları artık parti değilse ve paşalar Amerikasız hiçse, buradan AKP'nin sınırsız kudreti çıkmaz. Bu boşluktan sol çıkar veya bu boşluğu sol doldurur.

Burası Türkiye ve bu sınıf bizim sınıfımızdır!

Sendikalar sınıfta çaktı diye, içinden Tekel işçilerini çıkartabilmiş bir sınıf çöküp gitmez. Tersine, sendikalizmin çözemediği sorunlar öncü işçilere, öncü partiye davetiye haline gelir.

Her zaman böyle değildir. Bu umut, 2010'a özgüdür. Kritik günler, Türkiye'nin biricik seçeneğinin sol olduğunu berraklaştırmaktadır.

Yukarıda özetlenen tablo karşısında son derece ağır yükler üstlenen ve başını hep dik tutan Tekel işçisi alnından öpülmeyi defalarca hak etti. Direnişçi kardeşlerimizin, yoldaşlarımızın hak ettiği alınlarının öpülmesinden daha fazlasıdır!