Kendi 
kazdığı çukura

Suriye’de hükümet güçlerinin dengeyi lehlerine çevirdikleri günden beri, karşı taraf kıvranıyordu.

Terör eylemleri muhalefetin ana eylem biçimi haline geldi. Yaz aylarında Lazkiye köylerine yönelik saldırı, artık silahlı mücadelenin alan tutma hedefinden tamamen kopması demekti. Çünkü dinci cinayet şebekelerinin bu bölgede dikiş tutturma olasılığı yoktu. Bu bölgeyi sindirmenin de imkanı yoktu. Başından beri Suriye’nin iç dinamiklerini iyi bilenlerin tekrarladığı bir saptama var. Suriye’nin Hıristiyanları, ölümü yakın hissettiklerinde göç etmeyi düşünebilirler. Aleviler bir yere gidemez! Zaten o nedenle alçakların sloganlarından biri “Hıristiyanlar Lübnan’a, Aleviler mezara” olmuştu.

Çeteler alan kaybetmekle kalmıyor, stratejiden yoksun, maceracı bir görünüm veriyorlardı. Bugün Batı, El Kaide’den şikayet ediyor ya. Aslında, Şam düşmeyince en savaşkan unsur olarak en radikallerin öne çıkması kaçınılmaz hale gelmişti ve Batı buna göz yumdu. Ankara göz yummakla kalmadı varını yoğunu bunlara yatırdı. Yani, şikayet etmeye hakları yok.

Kimyasal silah provokasyonu da bu çerçeveye oturdu. Ordunun, muhalefeti Türkiye sınırına sıkıştırması, Halep’ten söküp atacağının anlaşılması, Rojava’da ise Kürt hareketinin kendi alanını koruması karşısında sahadaki akılsızlar, maceracılıktan öteye gidemedi. Tepedeki “akıllılar” bula bula kimyasal palavrasını buldular.

Ben, emperyalizmin Suriye’ye bitirici olmasa bile muhalefeti ezilmekten kurtaracak bir darbe vurmayı tasarladığını düşünüyorum. Bu tasarı çuvalladı. Suriye’de hükümetin ve halkın direnişi, emperyalizmin kamuoyunu savaşa ikna edememesi, Rusya ve İran’ın önceki örneklerdeki gibi sessiz kal(a)mayacakları gerçeği... Geriye Ankara ile Tel-Aviv’in savaş çığırtkanlığı kalıyordu.

Kimyasal provokasyonunda bu iki ülkenin özel olarak zorlayıcı rol oynamış olmaları teorik olarak muhtemeldir. İki ülkeyi “devlet aklı” açısından karşılaştırırsak, yine teorik olarak, pisliğe en fazla bulaşanın AKP olduğu yüksek bir isabet oranıyla ileri sürülebilir.

Provokasyonun başını çekerken Suriye halkına tuzak kurduğunu sanan AKP’nin başı belaya giriyor. Sanılmasın ki, bu Rusya’nın sayesindedir. Sanılmasın ki, emperyalistler bizimkilerin ipini çekiyor.

Çöplüğü açığa çıkartmakta sosyalist basın öncü rol üstlendi. Sayıları “birkaç” diye ifade edilebilecek gazeteci arkadaşlarımız ısrarla büyük iş yaptılar. Ortaya çıkarttıkları hakikat karşısında her türden ana akım medyanın sessizliği işe yaramayacak, sansür de oto-sansür de sökmeyecek. Şimdiden AKP yetkilileri kendilerini yanıt vermek zorunda hissetmeye başladılar bile.

Suriye halkına karşı işlenen savaş suçları, bazı suç duyurularına konu olmuştu daha önce. O hukukçu arkadaşlarımızın girişimleri tek tek sonuç vermese bile, savaşa karşı direnişin isimsiz yapı taşları arasında yerlerini almışlardır. Çeşitli milletvekilleri benzeri örnekleri meclis çalışmalarına taşıdılar.
Çoğunluğu sosyalist -ama başka eğilimlerden de gelen- aydınlar panellerde, forumlarda, mitinglerde pisliği gündeme getirdiler. Barış Derneği bu tür toplantıların bir kısmına ev sahipliği yaptı, konuyu uluslararası alana taşımaya dönük adımlar attı...

Son günlere kadar tüm bu çabalar, toplum nezdinde tez, tahmin veya iddia aşamasına ait kalıyordu. Şimdi işte o aşama geçiliyor.

AKP için kendi kazdığı çukura düşmek artık bir yöntem haline gelmiştir. Örtülü-örtüsüz ödeneklerini, varını yoğunu savaşa yatıran bu iktidarın sonunu getiren dinamiklerden bir tanesi de savaş kiri olacak. Bu anlaşıldı artık.

Erdoğan ve Davutoğlu’nun acı biçimde anlayacakları gerçek çok basit: Dünya üzerinde bu ölçüde ağır suçları alenen işlemeye, hatta suçu tanımlamaya yetkili mercinin adı emperyalizmdir! AKP ise en fazla “aktif taşeron”dur. Ve önce taşeronların defteri dürülür.