İstikrar değil

Seçimden sonra hep aynı soru veya beklenti: İstikrar! Her seçimden sonra...

İstikrara kavuşacak mıyız? Ah, seçimden önce ortalık ne de karışıktı, bir geçse de…

Bu kadar kısa sürede yanıtın oluştuğu görülmüş şey mi? Kasım ayı boyunca Türkiye öldü öldü dirildi. Bazılarımız dirilemedik… Yanıt tüm berraklığıyla sadece bir ayda şekillendi. Yok istikrar falan.

1 Kasım seçimi bir karar idiyse, o karar Türkiye’nin yeni bir düzlüğe, bir statükoya çıkma ihtimalini içermemektedir. AKP’nin 2015 döneminin ne kadar süreceği belli değildir. AKP, emperyalizmin kirli işler aletidir. Bu dönem mutlak bir belirsizlik halinin damgasını taşıyacaktır. Bu hükümet var oluş enerjisini uçurum kenarından sarkmış olmaktan almaya devam edecektir.

Neredeyse kaos…

“Neredeyse” demem, Türkiye öyle kolay kolay tam boy kaosa bırakılacak bir ülke değil de ondan. Baksanıza, Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı bilinmez, ama çıkarsa nerede çıkacağını bilmek için müneccim olmaya da gerek yok!

Böyle bir ülkeyi kim kontrolsüzlüğe terk eder?

AKP gücünü buradan alıyor. En meczup işler yapılıyor ve dünya kapitalist-emperyalist sistemi “bunlara” daha fazlasını da yaptırabileceğini görüp, daha iyisini bulamayacağının güveniyle AKP’ye Türkiye’nin yakın geleceğini satıyor. Kirli işler karşılığında. Pazarlık, çok ama çok kirli. Örneğin son olarak Suriyeli göçmenlerin Türkiyelileşmeleri karşılığında 3 milyar avro!

Durum budur ve AKP hep bir bıçak sırtında yürüyecektir. Elleri ayakları giderek derinleşen yara bereyle dolu; ve varlığını bu zayıflığa borçlanarak…

Kaos için “neredeyse” demem bundandır. Mutlak kaos olmaz. Kaos bir yönetim biçimi çağımızda. Önünü görme yeteneğinin Washington’da bile olmadığı koşullardan söz ediyoruz. İki yılda bir taktik ve stratejilerini baştan aşağı değiştirip dünyayı sarhoş gibi yöneten bir baş emperyalist var! AKP nerden bilsin ne olacağını; Türkiye’de nasıl istikrar olsun?

Bu koşullarda bize düşen, bizi, Marksistleri ayırt eden ne olabilir? “Komünistler, komünist parti, sınıfın aklıdır” denir. Doğrudur. Ama akıl dediğimiz şey, sadece analiz ve öngörü yeteneği midir? Bu soruya nasıl olumlu yanıt veririz? Öngörülemez bir hayatla sınava çekilmeye, böyle balıklama atlamak intihar değil midir, bir nevi?

Diyelim ki, biz hep haklı çıkıyoruz. Ya da çoğunlukla… İyi de analiz ve öngörü becerimiz bir, iki, üç defa daha kanıtlanınca bize madalya takacak birileri mi var? Taksalar ne olur, ne işe yarar?

Kimsenin bilmediğini, bilemediğini tahmin edebilecek bir yetenek olabilir mi; hiç oraya girmeyeyim. Ama şu açık ki, bu dönem sol kendini buradan kuramaz. Maddi olarak imkânsızdır.

Solun yapması gereken “ne olacak” sorusunun içine kendini yerleştirmektir. Bu, dar anlamda “ne yapacağız” sorusu da değildir. Çoğunlukla siyasette zaten “ne olacak” ile “ne yapacağız” birbirini bütünler. Bizi ayırt eden bu bütünlüğü yeniden kurmak değildir. Bizi bugün ayırt edecek olan kendimizi tam anlamıyla ilk sorunun içine yerleştirmektir. Önce objektif olarak ne olacağını kestirmek, sonra, “bu olası koşullar altında” ne yapmak gerektiğini bulmak… Hiçbir karşılığı yok bu yöntemin…

Solun ilk sorunun ilk salisesinden itibaren içerilmediği bir “ne olacak” sorusunun yanıtı karanlıktır. Tablo o kadar karanlıksa, kentli, modern, laik kesimlerin kaçacak ülke ve fırsat aramaları normaldir. Ya da Kürtlerin karanlıktan çıkmak için bindikleri aracın markasına bakmamaları da yadırganmamalıdır.

Bizim işimiz siyasal aklı yoğunlaştırmak, müdahalemizin gövdesini büyütmek, istikrarsızlık ve belirsizliğin içine dalmak. Bu ülkede yalan söylemeyen, içini dışa vuran, yaptığına inanan tek taraf komünistlerdir. Belirsizlikten sağlıklı bir gelecek çıkartmak pekâlâ mümkündür. Bulamadıkları istikrarın hayalini egemenlere bırakalım. Biz işimize bakalım.