İnsanlık manzaraları veya biriken alametler

Davutoğlu’nun uğradığı tasfiyenin gülünç yanları olduğunu kabul ederim. Suriye devlet başkanına ömür biçen, ona buna millet iradesi dersi veren, rütbesi profesör olan bir kifayetsizin, siyasette uzun sayılmayacak ömrünü, bir psikolojik savaş dosyasının ardından iki gün bile sürdürememesi gülünçtür gerçekten.

Ancak olay Erdoğan rejiminin yeni bir hesaplaşmanın daha altından kalkmasını temsil ettiği ölçüde bizim tarafın keyfini süreceği bir gelişmeden söz edemeyeceğimiz açık olmalı. Herhalde bize her gün bayram demeyeceğiz!

Demeyeceğiz; gülmeyi eğlenmeyi bilmediğimizden değil, ama mutlu olmayı gerçekten hak edeceğimiz gelişmelerin yaşanacağına inandığımız için…

Yaşanacak! Erdoğan’ın bir badireyi daha atllattığı ve faşist diktaya bir koca adım daha yaklaştığı doğru değildir. Artık bir kişinin adıyla anılması yersiz olmayan gerici rejim, kendince ileriye doğru attığı her adımla mezarını kazmaktadır. Kişi kültü, tek adam diktatörlüğü… Vadesini sormayın lütfen, ama bu böyle gitmez. Bir statüko anlamına gelmesi anlamında bu rejim sökmez!

Tek adam bir güçlü lidere dayanmaktır. Bizim giderek deli saçmasına dönen örneğimizde tek adam mekanizmasının, bir araçlar kümesini temsil etmesi, bu kümenin merkezinde durması değil, diğer her şeyi ikame etmesi söz konusudur. Buradan bir yapı çıkmaz.

Başbakan adayı damat rejim sorunu yok demiş gazetecilere; aklınca laiklik güvencesi verecek. Rejim sorunu değil de, rejim kuramama sorunları var bunların! Gidişatın Erdoğan’ın ilan ettiği gibi başkanlık rejimine ülkeyi yakınlaştırdığı yargısı yalnız görünüşte doğrudur. Tam değil… Uzatmayıp özetlersem gidişat bir başkanı belirginleştirmiştir, ama ufukta bir “rejim” yok!

Erkin mutlak merkezileşmesinden “başkanlık rejimi”, “tek adam diktası” çıkmaz. Mantıksal ve doğrusal sonuç, marksizmin devlet teorisine, emperyalizm teorisine, ekonomik sınıfsal yapı ve siyasal üstyapı ilişkisini açıklayan teorisine aykırı olamaz. Bu yol bir yeni duruma değil uçuruma gitmektedir.

Davutoğlu’nun komik haliyle eğlenmeyi bırakın. Gericilik uçuruma koşarken görecek çok güzel günümüz olacak. Erkin tekelleşmesi sırasında öğütülen zavallıları hatırlayacak mıyız, bilmiyorum. O yakın günlere vardığımızda bunların çoktan silinmiş olmaları olasılığını yabana atmayın.

***

Güzel günler gökten düşmez. Önce işaretleri birikir.

Yalnızca 17 Nisan’da, 1 Mayıs’ta olduğu gibi değil. “Hiç boyun eğer mi insan?” sorusunun yanıtı kendini her alanda gösterir.

Bizim mutluluğumuz kahkahaları içerse de onlardan ibaret olmadığı, olamayacağı için birkaç tane belirtinin hemen yanı başımızda belirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Geçtiğimiz Perşembe gecesi Palmira’da bir klasik müzik konseri düzenlendi. Bana sorarsanız, berbat dünyamızın bir başka “tek adam” temsilcisi olan Putin’in uydu bağlantısıyla yaptığı açılış konuşması bile bu konserin bir insanlık manzarası olarak kayıtlara geçmesine gölge düşüremez. Sahnede, henüz yüzeye çıkarılmamış tarihi eserlerin yerini IŞİD’lilere söylemediği için başı kesilerek öldürülen Suriye’li arkeolog Halil Esad’ın resmi duruyordu! Yaşayan IŞİD Palmira’dan gider. Öldürdüğü Halil geri gelir!

Birbirlerini hiç duymamış olduklarına kesin gözüyle bakabiliriz. “Devrim arabası”nın mühendislerinden Kemalettin Vardar’la Suriyeli arkeolog Halil aynı kumaştandılar. Halil Esad’ın, varsa kendi mühendislik sırrını vermemek için kafasını feda edeceği çok belli olan Kemalettin isimli kardeşi başlı başına “biriken bir alamet” olarak göçtü bu dünyadan. Vardar’ın ölümü, onu son hatırlayışımız olmayacağı için, eğlendirici olmasa da insanlık manzaralarının arasına konmalı. Bilim ve ilerleme tutkusunu hatırlamak, güzel günlerin haberi sayılmaz mı?

Boyun eğmemenin yolu çoktur. Son kuşak şansonculardan yarı Fransız yarı İngiliz Emily Loizeau, bizde mühendis Kemalettin ölüm döşeğindeyken ve Palmira’da sahne kurulurken ülkenin kuzey batısında bir göçmen kampına giriyordu. Grande-Synthe’te göçmenlere söylemek için seçtiği şarkılardan birini Humus’ta haber peşinde öldürülen bir gazeteci için yazmıştı; “Uçan kuşların acısıdır” diye çevirebilirim adını...

Bir diğeriyse Partizana ağıt... Suriye’den bir büyük acı uçuşuyla geldikleri ülkede, üstelik o ülkenin Front National, Milli Cephe denen ırkçılarının birinci parti olduğu bir bölgesinde kampa sıkışan o insanların, ırkçı Nazilere karşı verilmiş bir direnişe kulak kabartması…

Davutoğlu’nun gidişi eğlendirici değil. Erdoğan’ın tasfiyeleri karanlığın zaferi hiç değil.

İnsanlık boyun eğmiyor…