İkinci Cumhuriyet'te Alevi olmak

Geçen hafta AKP'de, Erdoğan ile bir grup milletvekili arasında bir Alevi tartışması oldu. İki tez vardı ortada.

Birincisi Aleviliğin bir İslam mezhebi olarak görülmesi ve cemevinin Aleviliğe özgü ibadethane olarak tanınmasını öngörüyordu. İkinci yaklaşımı temsilen Tayyip Erdoğan, “siz Hıristiyanlıkta kiliseden başka ibadethane gördünüz mü?” diye yanıt vermiş, haberlere göre.

Müslümanların tek ibadethanesi cami olabilirdi. Cemevi ise bir toplanma yeri, kültürel bir mekandı olsa olsa...

Alevilerin bu ikinci görüşe itirazlarının yükselmesine tanık olduk. Son yıllarda baskın hale gelen, neredeyse Alevilerin tamamını resmen temsil ettiği düşünülen yaklaşım, sonuçları itibariyle AKP'de başbakana muhalif konumdaki tezle örtüşmektedir.

Yani yaygın görüntüye göre Aleviler cemevlerinin bir ibadethane olarak tanınmasını talep etmektedirler.

Önce solun temel yaklaşımının ne olması gerektiği konusundaki fikrimi açık açık söyleyeyim: Cemevlerinin ibadethane olarak onaylanması talebi ilerici bir talep değildir. Cemevleri gerçekten de bir toplanma yeri, yardımlaşma, dayanışma ve geleneksel bir kültürü yaşatma mekanıdır.

Bu pratiklere kimi Alevilerin dinsel bir tören anlamı yüklemeleri mümkün olmakla birlikte, aynı yaklaşımın herkesi kapsadığı da doğru değil. Üstelik cemevlerinin tarihte hep ibadethane olarak işlev gördükleri görüşü de durumu açıklamayacaktır.

Aydınlanma çağının çok öncelerinde doğmuş herhangi bir akım, kendini dinsel referanslardan nasıl soyutlalabilir ki? İnsanlık düşüncesine egemen olan dinselliğin dışına çıkabilmek için maddi koşulların oluşmadığı bir dönemden söz ediyoruz...

Alevilik Sünni İslamın gerek ideolojik, gerek kültürel, gerek sınıfsal tahakkümüne karşı tek-tanrılı dinlerin öncesini yaşayan bir halkın gösterdiği direnci ifade eder halkların kendilerine korunaklı bir alan yaratma çabasıdır. Alevilik Sünni İslama bir tepkidir, ama tarihsel koşulların doğal çıktısı olarak genelde din dışı sayılamaz. Cemde buluşan insanlar, tepkilerini kaçınılmaz biçimde dinsel çağrışımlarla süslemişler, hatta eski inançlarla İslam arasında çeşitli sentezleme girişimlerinde bulunmuşlardır.

Alevilerin bir kolunun hep kentli olagelmesine karşılık, ilginç bir dönemeç kapitalistleşme süreciyle alındı. Sanayiye işgücü olarak göç eden köylü yığınları beraberlerinde Aleviliği de kente getirdiler. Büyük kentteki yeni Alevi nüfus, dağ köylerinde yoğunlaşan veya küçük bir grup olarak kentin karmaşası içinde kendine kovuklar bulan eski Alevi nüfusun olduğu gibi “gözlerden uzak” duramazdı. Alevi etkinliği köyden kasabaya, ovadan dağa, düğünden bayrama gezinen “telli kuran”la sınırlı kalamazdı.

Zaten dönem Türkiye toplumunun sınıfsal ayrışmada yol aldığı yıllara denk düşüyordu ve bütün kesimler gibi Alevilerin de “görünür” hale gelmeleri kaçınılmazdı.
Bu yeni doğuma ebelik eden, onu kollarını açarak karşılayan solculuk olmuştur. Nâzım Hikmet'in Bedrettin hareketinde keşfedip estetize ederek tanıttığı ilkel komünizm ordadır. Alevi müziğini tanıtan, yayan, plaklara taşıyan Ruhi Su ve onun komünist kimliği ordadır. TİP'in Gelin Canlar Bir Olalım'ı sloganlaştırması yine ordadır...
Köyünden, mahallesinden pıtrak gibi çıkan ve Aleviliğin temsilciliğini üstlenen halk ozanları hem direniş kökenleri gereği, hem süregiden dışlanmışlıkları, ezilmişlikleri, yoksulluklarıyla, adalet duyguları ve talepleri nedeniyle, ama bir o kadar önemlisi, kendilerini karşılayan solcular sayesinde Türkiye'nin ideoloji, kültür ve siyaset haritasında sola yerleştiler.

1960'larda “biz de burdayız” diyen Aleviler, cemevinin ibadethane olarak tanınıp tanınmamasıyla pek de ilgilenmediler. İlgilendikleri eşitlikti, adaletti, aydınlanmaydı, sömürüye son verilmesiydi. Modern sosyalizme doğal olarak eklemleniyorlardı. Teokratik Osmanlı'dan laik Cumhuriyet'e geçişi sempatiyle karşılayan Aleviler, aynı süreci eski rejimin aşıldığı bir tarihsel ilerleme olarak yorumlayan sosyalistlerle aynı doğrultuyu paylaşıyorlardı.

Benim Kabe'm İnsandır'dan işçi sınıfının öncü rolüne geçiş zor değildir. Aleviler sosyalist milletvekili çıkardılar, sola kitle tabanı oluşturdular. Alevi işçiler ve gençler örgütlenmeye ve solculaşmaya daha açıktı. Bu toplum artık devrimci örgütlerin kadro kaynağıydı...

Türkiye'nin sahne olduğu gerici operasyon bu yükselişi camiyle, zorunlu din dersiyle, mahallelere yayılan Kuran kurslarıyla, copla, katliamlarla durdurmaya çalıştı. Başarılı olamadı.

Ancak solun kırıldığı ve geri çekildiği koşullarda Alevilik yeniden doğacaktı. Bu kez farklı vurgularla...

1990'lara gelinirken artık Alevi burjuvazisinden söz edilebiliyordu ve hali vakti yerinde Alevilerin kendilerini Türkiye sermaye sınıfının bir fraksiyonu olarak ifade ve temsil etmeleri kaçınılmazdı. Güçlü kurumlar ve onların burjuva siyasetiyle iç içe girmiş bir aristokrasisi şekillendi. “Birinci partim Cemevi, ikinci partim CHP” sözü, CHP'nin seküler yapısıyla bağlantılı değildir yalnızca. Bunun yanına bu partinin bir müteahhit lobisi, yerel yönetim rantlarının paylaşıldığı bir platform olduğu eklenmek zorundadır. Adlı adınca Alevilik sınıfsal bir ayrışmaya uğruyordu 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçerken.

Aleviliğin bir din, İslamın bir mezhebi değil bir direniş kültürü olduğu tezi ile dinsel esaslı yaklaşımlar bu dönemde çok tartışıldı. Direniş tezinin üstünün örtülmesi mümkün değildi, ama üstün gelmesi için solun ülke genelinde daha büyük bir ağırlığının olmasına bağlıydı. Oysa solun kendisi, tanımındaki sınıfsallığı inkar etmeye dönük liberal saldırılarla karşı karşıyaydı. Gün “kimlik” siyasetinin günüydü!

Bu tablonun üstüne eklenmiştir İkinci Cumhuriyet'in Alevi tartışması.

Bu tartışmada birinci tez Cemevini ibadethane, Aleviliği bir dinsel mezhep statüsünü itelemekte, diğer taraf Cemevine dokunmamanın karşılığında Alevileri camiye, Sünni İslamın örtüsünün altına davet etmektedir.

Bu platform Türkiye'nin toplumsal, idari, ideolojik, siyasi yapısının dinselleştiği kabulüne dayanmaktadır. Bu platform, sağıyla soluyla İkinci Cumhuriyet'in içindedir.

Ancak Aleviliğin yeni rejimin uyumlu bir parçası haline gelmesi mümkün görünmüyor. Erdoğan, İkinci Cumhuriyet'in Sünnilik dışı, sayısı on milyonlarla ölçülen, üstelik hem düzen içinde bir sermaye birikimini barındıran, hem de düzen dışı, devrimci potansiyelleri diri bir büyük kütleyi kabullenemeyeceğinin farkındadır. İkinci Cumhuriyet ille de asimilasyon demekte ve solu kavgaya davet etmektedir.

Bu kavganın cemevinin ibadethane olması çok geri bir mevzidir. Bu tartışma, İkinci Cumhuriyetçilerin iç tartışmasıdır.

Bizim kavgamız başka bir düzleme taşınmalıdır.