İki ay sonra

15 Temmuz darbesinden sonra politik krizin daha da ağırlaşacağını öngörmüştük. Erdoğan’ın karşı-darbesinden söz etmek mümkündür, ama bu sayede dinci faşizmin kurumsallaşma, derinleşme imkanı yakaladığı temelsizdir. Amiyane bir tarifle Erdoğan rejimi ayakta kalmak için çok daha fazla afra tafraya ve şiddete başvurmak zorunda olmasına karşın, içerde ve dışarda çok daha güçsüz.

Egemen güçler blokunun içinden bir müttefikinizi kanlı bir tasfiyeyle çıkartmışsanız, yerine ne koyacağınız sorusu kendini dayatır. Bunun tatminkar yanıtı ne VP’dir, ne MHP olabilir. Partileri de kapsayan burjuva muhalefeti, artık ateşteki kestane benzetmesiyle açıklanamaz hale gelen sorunların altında, AKP’nin kendi başına çökmesini beklemeye karar verdi.  

Burada herhangi bir biçimde hesaplaşma fikri yok. Tersine, AKP’nin, ekonomi başta olmak üzere sınıfına kazandırdıkları korunuyor. Düzenin herhangi bir aktörünün laisizme dönüş perspektifine sahip olmadığını şu son iki ay içinde de anlamayanlar var oysa…

Bir adım daha atayım; siyasette aktif olarak yer almayan ve epey süre sonra Tarık Akan töreninde tiyatro salonunda kendini gösteren eski cumhurbaşkanı Sezer gibi çeşitli laik figürlere rastlayabilirsiniz. Türkiye’de gerçekten çok var… Ancak bu figürler kendilerine atfedilen dozda laik kimlikleriyle ve bir restorasyon programıyla iktidarın yakınından uzağından geçemezler. Onlar, kendi yaklaşımlarından bağımsız olarak, laisizmin düzenin içinden üretilebileceği yanılsamasını beslemekte kullanılmaktadırlar.

Şeriatçılık bir AKP sapması değil. 21. yüzyıl emperyalizmi ve kapitalizmi aydınlanmayı reddetmektedir. Sık sık kısmi bir laik restorasyon gündeme gelse de olmuyor. Ben artık bu durumu, sosyalist bir emekçi aydınlanmasının önünü kesme taktiği olarak görmekten yanayım.

Başbakan “Türkiye’de yaşam tarzıyla ilgili kaygılar, bir sıralama yapsanız on beşinci sırada gelir… İnsanların önceliği terör, ekonomi, işsizlik, gelir dağılımı sorunu…” demiş! Adamın övündüğü şeye bak diyebiliriz, şimdilik geçelim. Yıldırım’ın temennisi yaşam tarzı kaygılarının buharlaşması veya daha politik-bilimsel bir deyişle şeriatçı faşizme karşı toplumsal direncin kırılması, bir kanıksama halinin ortaya çıkması. CHP merkezine sorsanız, “keşke” derler. Keşke bu kestaneyi de AKP alsaydı ateşten…

Ama bunlar temenniden öteye gitmez. Türkiye’nin toplumsal, ideolojik, kültürel dönüşümü tamamlanmadı. Bakın, okullar nasıl açılıyor. Kadın tacizcisi İslamcılar tekme atınca güçlü olmuyorlar; dayak yiyecekleri günler çok yakın. Tarık Akan’ın cenazesini görmediniz mi? “Gezi kitlesi” nasıl da hazır bekliyor…

Türkiye burjuvazisinin başka kurum ve kadroları, muhalefet partileri ve burjuva siyasetçilerinden daha kaliteli ve rafinedir. Siyaset kuruttuğu için falan değil. Burjuva siyaseti iktidar mekanizmalarından beslendiği için, o olmayınca kuruduğu için. Neyse; Kılıçdaroğlu laiklik konusunda başbakanın dileğini paylaşıyor olabilir. Öte yandan CNNTürk’ün geçen Pazar İstanbul’da Akan’ı uğurlamak ve aynı anlama gelmek üzere, dinci faşizme direnmek için sokağı teşvik ettiği görüldü. Kadın tacizlerinin “merkez medya”, yani geleneksel büyük sermayenin organik parçası ve sözcüsü olan medya tarafından gündemde tutulması bir politik hattın iki ayda netleştiğini gösterir. Büyük sermaye (ve kuşkusuz emperyalizm) AKP’yi yıpratma savaşı veriyor. Müttefiksiz ve ağır yaralı AKP’nin bu savaşta en ufak bir şansı olamaz.

Ayrıca Tayyipçilik ile Fethullahçılık ayrıştırılamadığı ve ayrıştırılamayacağı için o tasfiye de tamamlanamayacak. Erdoğan düşmanına salladığı her hançerde kan kaybedecek. Yeni bir kurtuluş savaşı öyküsü uydurmaya çalışmayı anlıyorum. Ama bu zırvayı sadece çocuklarımız çöpe atmakla kalmayacak. Şeriatçı faşizmin kendine yeni bir “kurucu efsane” üretmesinin herhangi bir koşulu mevcut değil.

AKP kazanamaz dedik diye “orta sınıf muhalifleri” sevinmesin. Bu çekişmede gün gelse ve Erdoğan çökse bile laiklik, kadının eşitliği, aydınlanmacı eğitim geri gelmez. Bunlar için ekran başında keyiflenmek değil mücadeleye girmek gerekir. Yüzü sosyalizme dönük bir aydınlanma mücadelesine.

Üstelik bu mücadeleyi uzun süre hem oyalayan hem de zaman zaman popülerleşmesine vesile olan sol-liberalizm ve Kürt siyaseti artık yok. Bizden uyarması, kimse kentli, modern, eğitimli emekçi kesimleri ve Kürt emekçilerini, yoksullarını birtakım akımların tapulu malı sanmasın. Sol liberaller ve Kürt milliyetçileri gittiler. Peşlerinden ne kadar giden olur; onu görürüz…

Çünkü Rakka veya Musul operasyonu için AKP’lilerin sarf ettiği sözler, Kilis’e düşen roketler veya Van’da patlayan bombalarla boşa düşmektedir. Çünkü köprü açılışları karın doyurmamaktadır. Türkiye’de yaşadığımız kriz basbayağı sınıfsaldır ve bugün yurtseverliği, kamuculuğu, laikliği sosyalizme bağlamak hem çok daha mümkün hem de ertelenemez bir görev hale gelmiştir.