Huzur vaadi

Türkiye gibi bir kriz ülkesinde geniş kitlelerin huzur isteğini içselleştirmesi kaçınılmaz. İnsanların belirsizlik, risk, devinim içinde kendilerini anlamlandırmaları nasıl mümkün olabilir ki? İlle de, kuralları belli bir düzen, güven, huzur aranacak… Bu yüzden halk nezdinde krize neden olan suçludur ve siyasette en önemli tartışmalardan biri de krizi kimin çıkarttığıdır.

Bu basit gözlem, bütün benzerleri gibi bize yetmez.

Yetmeyişinin bir nedeni, düzen, güven, huzur gibi terimlerin var olanı aklamaya hizmet eden ideolojik araçlar olmasıdır aynı zamanda. Bunların “yalnızca hakikati” yansıtmaları veya temsil etmeleri iddiasının kendisi geçersizdir. İşe gidip gelmenin huzuru, kirasını ödeyebilme güveni, savaş olmasın isteği… Bu insani beklentilerin arka yüzünde sömürüyü sineye çekmek olabilir pekala. Demek ki, bize asıl, var olanı değiştirme güdüsü gerekir.

Değişim, hele kökten bir değişimse, çoğunlukla krize eşlik eder, kriz sayesinde mümkün hale gelir. Değişim isteyenler düzen yandaşlarınca bozguncu olarak suçlandıklarında, sözcüğün bütün anlamlarında değil, ama belli bir anlamında, evet, bunu hak etmektedirler.

Böyle bir suçlamanın yanıtı “hayır ben düzen bozulmasın, her şey olduğu gibi gitsin istiyorum” olabilir mi!

Olamaz. Doğru değildir. Burjuva siyaseti yalanla iş görebilir; ya düzen dışı akımlar, sol, biz… Bizim yalanla işimiz olmaz. Bu yöntem ve üslup, daha doğrusu ilke, bizim en büyük silahımızdır.

Özetle solun çağrısı bir huzur vaadine indirgenemez.

Egemen güçlerin ve onların bir tercihi olarak AKP’nin başlı başına kriz nedeni haline geldiği bir dönemde bu yönde akıl çelici çok şey olmaktadır.

Gericilik irin haline gelip her yanı basmış. Kadın katliamı, çocuklara toplu tecavüz… Peki, bunun karşısında biz, kadınların hanım hanımcık yaşadıkları, çocukların gülüp oynadıkları bir standart aile yaşamını mı isteriz, savunuruz, hayal ederiz? Bu bize, halkımızın çıkarlarına, daha iyi bir gelecek isteğine yeter mi?

Kriz meclis tartışmalarını, şunu bunu aşmış, bomba olup üstümüze yağmış. Peki, sol alternatif güvenliğin sağlanması ve güvenlik duygusunun topluma sarmalaması olabilir mi? “Yeter ki kimse ölmesin”in gizlediği anlamlardan biri de “varsın sömürü sürsün ve hatta ille de ölümler olacaksa biraz bizim uzağımızda olsun” değil midir? Bunu kabul edebilir miyiz? İnsan bunu kabul edebilir mi? Ederse insan kalır mı?

Savaş isteği tutku haline gelmiş. TIR’lar olmasın mıdır bu tutkunun alternatifi?

Ya işsizlik, yoksulluk… Daha doyurucu erzak mı vaat etsin “bizimkiler”? İşsizlik biraz azalsa bari… Ama neden işsizlik azalsa da var olmaya devam ediyor? Yoksa yoksulluk kader olamaz demek de huzuru kaçırmak anlamına mı geliyor? 

Türkiye de başlı başına bir sorun, bir kriz kaynağı haline gelen AKP rejiminin varlığı bile değişimi bir normalleşme, sakinleşme, dengeye geri dönüş haline getiremez. Getirmemelidir, çünkü bu kadarı politik planda, gericiliğin neden olduğu acıların hafifletilmesi ve nedenlerinin korunmasından başka bir sonuca götürmez.

Bu Türkçenin deyimiyle ölümü gösterip sıtmaya razı etmek, değil midir?

Gericiliğin, iğrençliğin, tehlikenin en ileri örnekleriyle tanışmak, ehveni şere boyun eğmenin motoru haline getirilir genellikle. Bu, bize yetmez.

Yetmez, çünkü milyonlarca insanın, halkımızın yararı bunda değildir. Yetmez, çünkü insanlık daha fazlasını, çok daha fazlasını hak eder.

Örgütlü bir suç çetesi, gelmiş geçmiş bütün kötülük türlerinin uygulayıcısı haline gelmiş bu tarikat düzeni öyle bir süpürülmelidir ki, toplum bir daha, daha kabul edilebilir suçlara, daha az kokan çöplüklere alışmasın.

Zengin yüzsüzlüğü artık, katliam noktasına gül bırakma anekdotu üstünden ölülerimizle alay etmeye dönmüşse, mülkiyetin bir tarihsel hırsızlık olduğunun esas alınması da daha olanaklı hale gelmelidir.

Savaş merakı mezhepçi bir sapkınlık, bir gözü dönmüşlük olmuşsa, bunlardan en ağır biçimde ve en haklı iddianamelerle hesap sorulmalıdır…

AKP’nin kirini huzur vaadiyle temizlemeye kalkarsanız elinizde sıtma kalacaktır. Aynı kir hakiki bir değişimin önünü açabilecek tarzda da ele alınabilir. Huzur arzusu, güvenlik arayışı ne kadar meşru bir beklentiyse, bu kirin ancak “sonuna kadar” denerek temizlenebileceği de o kadar doğrudur.

Biz doğrulardan güç alırız.