Hiç zaman kaybetmeden

30 Mart geçti, 1 Mayıs geçti...

Siyasetin nabzı belli ki birbiriyle bağlantılı iki başlığa oturacak: Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yeni seçim yasası tasarısı.

Seçim mi olacakmış? Kim olsun adayımız? Erdoğan büyük tehlike acaba kim durdurabilir bu adamı?

Bu sorular ilk elde akla ve dile gelenlerdir ve bu zeminde devam edecek bir tartışmanın öğeleri gündeme çoktan düşmüş bulunuyor.

Türkiye’de seçmenin çoğunluğu sağcı olduğuna göre, sağdan oy alabilecek bir rakip çıkartmak lazım, Erdoğan’ın karşısına. Haşim Kılıç mı desem? 1 Mayıs kararı neydi öyle... Gül de biraz şey çıktı. Bak yine imzaladı önüne gelen yasayı...

Veya başkaları...

Zaman var. Başka isimler telaffuz edilmektedir ve daha da edilecektir. Hatta dolaşan isimler arasında solcular da olacaktır. Solcu bilinip sağcı aday portföyünü geniş tutan partilerimiz var nasılsa.

Hem, cumhurbaşkanlığı seçiminin iki turlu olması da dikkate alınmalı. Size vehmedilen solculuğu ilk turda idare edip, ikinci turda memleketi iki sağcıyla baş başa bırakabilirsiniz! Kimsenin gıkı çıkmaz.

Yirmi milletvekili bir araya gelip aday gösterebildiğine göre ilk turun aday bolluğu, memleketin renkliliğini, ikinci turdaki daralma ise hayatın gerçeklerini esas alıp, herkesi tatmin edebilir pekala. Örneğin sola gönül vermiş kesimler birinci turda benimsedikleri adaylardan birine oy verme olanağına kavuşacaklardır. Ya da Kürt sorunu çözülsün de, ne olursa olsun diye bakanlar, barış konusunda kimsenin samimiyetini sorgulamayacağı bir aydına gönül rahatlığıyla oy verebilirler.

İkinci tur, dedim ya, hayatın gerçeğidir. Halk gözünü kapatıp, “öncelikleri unutmayıp”, biraz da boşverip “basıp geçer.”

Bu tartışmalar yapılacak. Bugüne kadar da yapıldı.

Bugüne kadar yapılan tartışmaların yöntemi şudur: AKP’nin ve onun damga vurduğu meclisin koyduğu kuralları tartışmadan, bu kurallar dahilinde neler yapılabileceğine geçmek...

Akla ilk bu yolun gelmesi doğaldır: Seçim mi var? Kime oy verelim?

Tartışma bu zemine girdiğinde, yirmi milletvekilinin bir araya gelmesi gerekir önce. Onlar söyleyeceklerdir adayı ve neden o adaya oy verilmesi gerektiğini...

Böyle olacaksa ben de sorarım: Sarıgül ve Yavaş sonuçları yetmedi mi?

Türkiye tartışmaya böyle değil, bir başka yöntemle girmek zorundadır. Buradan ne çıkacağı bellidir.

Veya ne çıkmayacağı! Örneğin halkı heyecanlandıracak bir isim çıkmaz. Birinci turda gönülden benimsenen halk adaylarının varlığı, karar anı ikinci tur olduğu için, bu açıdan önem taşımayacaktır.

Bu zeminden yüzde 60 ila 70’inin sağcı olduğu varsayılan bir toplumda, ne çıkabilir ki? Erdoğan yerine Merdoğan!

Başka bir yöntem gerek. Halkın ve geniş bir kamuoyunun cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ana mantığını tartışması ve sorgulaması mümkündür.

Mümkün ne kelime! Tayyip kanunlarını toptan reddeden, doğru bulmayan, kuşku besleyen sayılar 60-40, 70-30 tasniflerine denk düşmüyor. Diyelim mahallede tavla turnuvası yapılacak kurala göre oyunculardan biri zar tutmakta özgür! Hatta diğer oyuncuların yerine de bütün zarları onun atmasına karar verilmiş! Durum budur.

Durum böyle tanımlanırsa seçenekler “kim olsun”a sıkışıp kalmaz.

Şimdi hemen, acilen tartışma zamanıdır. Sağlıklı bir tartışma düzgün bir yönteme, bir amaç disiplinine oturmalıdır.

Amaç diktatörlükten kurtulmak, yöntem diktatörlüğün kurallarını veri almamak. Tartışmacılar ise halk.

Bu yaklaşım gerek cumhurbaşkanlığına gerekse milletvekili seçimlerine uyarlanabilir.

Cumhurbaşkanını halk mı seçecek deniyor? Seçimle halkın egemenliği arasında özdeşlik mi kuruluyor?

Madem öyle tartışalım. Zaman kaybetmeden ama... Bir ay sonra geç olacağını da bilerek.