Göçmen sorunu, emek sorunu

Dünya ağlıyor ve “empati” kuruyor. Kapitalist Avrupa’nın bu duyguyu teşvik edişiyse pek kısa sürdü. Schengen’i rafa kaldıran ülkeler, belli ki çoğalacak. Göçmenler yürüdükçe yürüyüş yollarına barikatlar dikilecek.

İstanbul duvarlarına da yazıldı empatinin sloganı: “Göçmenler hoşgeldiniz!” Welcome diyor Avrupa’nın demokratik kamuoyu. Bir işe yarıyor mu, dersiniz?

Hepimiz göçmeniz diye, o “hepimiz…” dizisine bir yenisi eklense, bu diğerlerine göre çok daha hakiki olurdu. Gerçekten de bütün insanlık göçmendir. Bazı coğrafyalar diğerlerine göre biraz daha fazla göç yoludur, başkaları biraz daha az. Bazı topluluklar dünyanın bir ucundan diğerine taşınmışlar, diğerleri yakın bölgelerde yer değiştirmiş… Aradaki fark bundan ibaret.

Peki bunu günümüzün yerleşiklerinin bellemesi neyi çözer? Aynı deneyimi birkaç bin yıl veya birkaç gün önce paylaşmış olmanın bilinci dünyayı bir adım ileri taşır mı?

Demokratik kamuoyu denen ve bugün başka zamanlardan farklı olarak sosyalizmin değil liberalizmin kuşatması ve belirleyiciliği altında nefes alıp veren ortalamacılar, örneğin savaşlar tartışıldığında çareyi bir “barış kültürü” yeşertmekte ararlar. Yeni kuşaklara barışı öğretelim, birlikte şarkılar söyleyelim, anaokullarına ders koyalım, birbirini sevmenin güzelliğini… Sosyal sorumluluk projelerine ne dersiniz? Şirketler, zenginler barış için bir ağaç dikse, barış festivallerine sponsor olsa…

Bu yolun benzerinin göçmenler için de çoktan açıldığı, giderek de genişleyeceği kesin. Sağ buna direnecek, sınırlarını denetleyecek. Almanya ve Avusturya’nın yaptığı gibi. Hepsi göçenleri geldikleri ülkelere geri yollayacak. AB, Türkiye dahil üyesi olmayan çevre ülkeleri bu tür anlaşmalara zorluyor epeydir. Bazı Kuzey Akdeniz ülkeleri, örneğin uygar Fransa ve bir o kadar uygar İtalya, Güney Akdeniz ülkelerine askeri operasyon yapıp göçü durdurmayı projelendirmişler. Gerekçeleri de sağlam hani. Ne de olsa, Avrupa’da işsizlik yüzde 10’larda. Kriz var, kriz var… Mevcut işlerimizi nasıl teslim ederiz Ortadoğuluya, Afrikalıya, Güney Asyalıya!

Sağ bunu yaptığı ölçüde, göçmeni ötekileştirmeyip hoşgeldinle karşılamayı savunan ortalama demokratlık meşruluğunu genişletecek. Farklılıklarımız, bir arada yaşama kültürü… Demokratlık da kendine argüman bulur. Araştırırlar, analiz ederler ve ne bileyim işgücü piyasalarına yeni girişlerin krizden çıkışa yardımcı olacağını falan keşfedebilirler belki…

Öyle bir kriz çözümü var mıdır yok mudur, bir yana, göçmen dediğin zaten ucuz işgücüdür. Sağcı yabancı düşmanlığı ucuz işgücünün fiyatını daha da baskılar. Solcu göçmen empatisi ucuz işgücü istihdamını vicdan temizleyen bir uygulamaya dönüştürür.

Irkçı gericilik ve demokratik ilericilik birbirini ağırlar. Akdeniz’de her gün onlarca insan boğulur!

Kapitalist ideoloji kalkınmacılık bitti, korumacılık çağdışı, piyasalar küresel, ulusal sınırlar önemsiz diye diye, “siz hâlâ ülke egemenliğinden mi bahsediyorsunuz” diye dalga geçe geçe bu göçün koşullarını olgunlaştırdı. Savaşlar bunun parçasıdır. Yoksa göçün biricik nedeni savaş değildir. Yoksulları vatansızlaştıran neo-liberalizm ile bu insanları ölümü göze alarak denizlere süren emperyalist savaş bir ve aynı şeydir. Sadece yoksulluk ve açlık nedeniyle binlerce kilometrenin riskini almayanların etrafında bombalar patlatılır ve ikna olurlar ölüm yolculuğuna. Evde kalsan ölüm o kadar yakın ve kesindir ki! Zaten evin yıkılmıştır belki de…

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında emekgücü esasen kurallı biçimde göçe tabi tutuluyordu. Devletler arasında anlaşmalar yoluyla. Neo-liberalizmin yükselişiyle birlikte kurallar yıkıldı. Kapitalistlerin ucuz ve esnek işgücüne acil ihtiyaçları vardı. Neredeyse sosyal hakları, örgütlülükleri, sınıf kimlikleri ve sola yatkınlıklarıyla doğmuş bulunan geleneksel işçi sınıflarını geri püskürtmek de cabası. Gelişmiş kapitalist ülkelerin proletaryası son on yıllarda gözle görülür bir etnik değişim geçirdi. Boğaz tokluğuna razı, ne iş olsa yapacak, örgütlenmek ne kelime, yasal çalışma hakkı bile lüks kaçan milyonlarca insan Batı emekçi nüfusuna dahil oluyor. En yerli emekçiler ve kurallı göçmüş olanlar bu yeni gelenleri tehdit sayıyor. Emekçilerin kendiliğinden sola yatkınlıkları çözülüyor, işsizlikle yabancı düşmanlığı birleşip faşizme taban oluşturuyor. Uygarlığın beşiklerinde sağ yeni sosyal tabanlarla buluşuyor, yukarıda değindiğimiz demokrat solculuksa emekçi olmakla değil vıcık vıcık bir orta sınıf vicdanıyla bitişiyor.

Bu göç taşıyla ne çok kuş vuruyorlar! Ege’de her tekne alabora olduğunda kapitalizm nefes tazeliyor. Ölüm kokan nefesini!

Ve keşke hoş geldiniz demekle, somunumuzu paylaşmakla işin içinden çıkılabilse. Geçici misafir olsalar, belki yeterdi…

Sol hareketin ve işçi sınıfı partilerinin önünde acil ve son derece karmaşık bir göçmen sorunu var. Sol siyaset yenilenen ve dağıtılan işçi sınıfının birliğini bir de bu açıdan kurmak göreviyle karşı karşıya. Artık Yunan işçi sınıfının ciddi bir bölmesi Arnavut’tur. Artık Türkiye işçi sınıfının içinde yüz binlerle ölçülen bir Suriyeli kümesi var. Moldovalılar, Ukraynalılar, Ermeniler artık buralı oldular… Kuşkusuz emperyalist merkezler göçün çok büyük bir kısmını, örneğin Suriyeli göçmenleri hiç de meraklı olmadıkları bizim gibi ülkelerde bloke ederek vurdukları kuşları daha da çeşitlendirmiş oluyorlar.

Göçmen sorunu, insanlık sorunu diyerek belirsiz adreslere havale edilemez. Göçmen sorunu emek sorunudur. Emeğin her bir sorunu, ancak sosyalist devrim sürecine bağlandığı zaman çözüm yolu yakalanabilir.

Yıllarca göç vermiş ve almış Türkiye'nin solu, bu çözüm yolunu bulmak, üretmek, keşfetmek için sanıldığından daha deneyimli, daha birikimlidir.