Gezi’den Yatağan’a, Yatağan’dan...

“Sat bakalım, sat bakalım, Yatağan’ı sat bakalım. Yatağan’a gel, direnişi gör, delikanlı kim bakalım”

“Gün doğdu hep uyandık, meydanlarda toplandık...”

Yatağan işçilerinin dönüştürülmüş tanıdık sloganları, marşları bunlar...

Türkiye’de bu dönem nerede ciddi bir toplumsal hareket ortaya çıksa, doğrudan Haziran Direnişi’ne, Gezi’ye göre konumlanması şarttır. Hep oraya çekecek.

“Gün doğdu” marşı çok eskilerden süzülüp geliyor, ama Haziran’ın “çapulcuları” tarafından devralınıp nüfusa geçirilmeseydi, örneğin Gazdanadam festivalinde yüzlerce binlik bir koro tarafından seslendirilmeseydi, Yatağan işçisine, muhtemelen uzanamazdı.

Çapulcular... Haziran’dan sonra ne çok tartışıldı, direnişin sınıf karakteri. En kolay telaffuz edilen, en kolay anlaşılan, ama kesinlikle en yüzeysel, yetersiz ve düpedüz yanlış kavram “orta sınıf” oldu. Belki tekstil fabrikasındaki muadili kadar bile iş güvencesine sahip olmayan, ortalama metal işçisininkinden daha yüksek kredi kartı borcuna plazada çalışan makyajlı genç kadın, üç yıl işsizlikten sonra zor bela bir firmada iş bulmuş, altında marka kot pantalonuyla gaz kapsülünü geri fırlatan genç mühendis, sevgilisiyle motora atlayıp Taksim yolunu tutan bilgisayar işlemcisi, iki yıl sonra mezun olduğunda ücretli çalışmaktan veya çalışamamaktan gayrı bir kaderi olmayacağı o günden belli tıbbiyeli “orta sınıf” sayılacak, öyle mi?

Saçma ve yüzeysel.

“Kendilerine işçi demiyorlar, baksana bula bula çapulcu sıfatını buldular...” Bu değerlendirme saçmalığı ve yüzeyselliği ortadan kaldırmıyor.

Sorun yok mu, peki? Olmaz mı!

“Gündüz işte, gece direnişte” esprisinin temsil ettiği durum mesela... Direnişin, gündüzleri emeğini satan büyük çoğunluğu, içine atladığı mücadeleyi sınıf kavramıyla ölçmedi, ölçemedi. İşçilik saati dolduktan sonra sıra mücadeleye geliyordu.

Böyle olunca, kültürel çeşitliliği, eğitim düzeyinin yüksekliği gibi faktörler nedeniyle tekstildeki, limandaki, temizlik işlerindeki sınıf kardeşinden farkı göze çarpan “çapulcu”, Gazi mahallesinden, Sarıgazi’den, Tuzluçayır’dan yürüyüşe geçen “has işçileri” de bir ölçüde görünmez kıldı. Has işçi de, kendine işçi değil, çapulcu der oldu...

Birkaç ay önce Yatağan’a gittim. Direnen işçi, sistematik bir siyasi girdiye ihtiyaç duymaksızın bütün pozitif duygusunu Gezi’dekilerin yanına yerleştirmişti.

Ama geçelim bunları. Bağlantı karşılıklıdır. Revire koşan tıp öğrencisi de, tencere tavasını alıp çevreye yoluna çıkan 60’lık teyze de, manikürlü tırnaklarıyla barikata kaldırım taşı taşıyan genç kadın da, kendisini Yatağan işçisine bağlıyor. Yatağan direnişinin sonucu ne olursa olsun, orta sınıf efsanesini terk etmek daha mümkün hale gelecek.

Haksızlığa tepki duyan herkes gönül birliğinde buluşuyor. Gökkuşağının Kızılı işçileri ziyarete hazırlanıyormuş. Cinsel yönelimler konusunda kültürel birikimi ne olursa olsun, direnişçi işçi, kuşkum yok, onları yoldaşça, kardeşçe bekliyor.

Karşı tarafta biber gazıyla toma, yalanlar ve özelleştirme ihalesi var. Bizim tarafı birleştiriyorlar.
Ve Haziran’daki aynı kendine güven: “sat bakalım...” Daha doğrusu geleceğe güven. Gelecek hayli belirsiz de olsa: “Bulunur bir çare halk ayaktadır...”

Bugün memlekette hakkını arayan herkes yakın geçmişten bir bağlantı bulacak kendine: Gezi, Haziran... Bu büyük bir kuvvettir.

Çok güzel ve çok eksik.

2014’ün direnişçileri 2013’ü aşmalılar. Yaratıcılıkta, özgüvende, kararlılıkta, cesarette, dayanışmada, “sınıf”ta değil. Her birinde ya direniyoruz, ya toparlanıyoruz.

Haziran’da eksik olan ve eksikliği halen süren program ve örgüt. Yani siyaset.