Gecikmiş bir Alevi yazısı

Aslında geçen ayki Alevi mitinginden sonra yazılmalıydı bu yazı. Ama durumun vahametini kendiliğinden anlayacaklara biraz zaman da bırakılmalıydı. Öte yandan anlamayacak olana uzatılacak elin de boşa gideceği açıktı…

Neyse; Alevi toplumunun son hamlesi, başka bir dizi toplumsal direnç odağı gibi, 2013 yazıdır. Haziran direnişi İstanbul’dan Ankara’ya, Antakya’ya kadar diğer dinamiklerin yanı sıra bir de Alevi direnişidir.

Sonrasında yaşanan geri çekilme AKP tarafından fırsat bilindi ve sol çıktığı alandan geri püskürtüldü. Demek istediğim, geri çekilme ile geri püskürtülmeyi birbirinden ayırmak durumundayız. Faturanın bütününü AKP’ye, yani bu sefil düzene ve onun karşı-devrimci yönetimine kesmek saçma olur. Onlar işlerini yapıyorlar. İki boyutu birbirinden ayırmazsak sadece yenilgiyi saptamış oluruz ve tek bir ders bile çıkartamayız.

Türkiye toplumunun çeşitli kesimleri, kendilerini sol olarak nitelemeksizin, mücadeleye atıldıklarında objektif olarak solda konumlanıyorlar. Bir Tekel işçisinin ta direniş zamanında dillendirdiği gibi günde beş vakit Müslümanken bir de bakmışsın öncü işçi olmuşsun…

Farkında bile olmaksızın solda konumlananların orada durmaları, siyasal kimlik kazanmaları gerekir. Bu olmadığında bütün kendiliğinden yükselişler geride enkaz bırakırlar. Bir de gelecek mücadele momentlerinde işe yarayacak deneyim mirası kalabilir ki, kalması siyasal öncülüğe bağlıdır.

O gün gelecek. İşçi sınıfının partisi 2013 mirasını ve başka birikimleri ileri atılımının yapı taşları arasına katacak.

***

Haziran direnişinin geri çekilişi AKP’nin eseri değildir ve fatura gaza, kurşuna, tutuklamalara, yalan kampanyalarına kesilmemelidir.

Geri çekilişin öncüleri olmuştu. Bu öncüler arasında direnişi “meşru hükümete” karşı darbe girişimi olarak adlandıracak kadar şirazesinden çıkmış liberal Kürt siyaseti vardır. Laikliği sulandırmak için yeryüzü sofraları kuran liberal İslamcılar vardır. Yurtsever duyuları şovenizm olarak damgalamaya kalkan liberal sol vardır. Kalabalıkları görünce bütün bildiklerini unutan sol goygoyculuk vardır. Lümpenliği estetik sanan cehalet vardır…

Ve başlığa dönersek, toplumsal direnişin içindeki kitlesel ve militan bir unsuru daha o günlerde ayrıştırmak için kalkıp Alevi mitingi düzenleyen liberal Alevi kurumları vardır.

Liberallik o günlerden bu yana bir yüzü CHP’ye diğer yüzü de HDP’ye dönük bir akım. Bu partilerin temsil ettiği hareketler, AKP diktatörlüğünün İslamcı yanıyla aralarındaki doku uyuşmazlığını liberallikleriyle telafi ediyorlar.

Bu toplam geri çekiliş kitle yorgunluğundan değil, ideolojik bir salgının dinamizmi baskılamasından kaynaklanmıştır. Kitle hareketi tutarlı ideolojiyle ve siyasetle beslenir. Veya tersine, kemirilir.

Kitle hareketi iyice kemirildiğinde üstüne son derece geri siyasetler bindirilmiş, Ekmeleddin’ler, Mansur’lar, Sarıgül’ler, AKP’nin seçim hükümetine katılan Alevi bakanlar türetilmiştir.

Bu tabloyu cahil imamlar güruhu bile ezmeyi becerir.

***

Görülmüştür ki, liberalleşen, gericilikle uzlaşma arayan ve kendisini içten içe gericileştiren bir yapı militanlığını ve kitleselliğini yitirmeye mahkûm. Alevilik söz konusu olduğunda çürüme ülkemizin bu kadim topluluğunu bir dinsel kimliğe indirgemek biçiminde tecelli ediyor.

“Aleviliğin bir din” olduğu tezi söz konusu topluluğun içinde varlık bulması kaçınılmaz seçeneklerden biridir. Kuşkusuz bunca yüz yıldır Alevilik yanı başında yaşadığı Sünni İslam’dan hem etkilenmiş, hem egemen Sünniliğe karşı korunma mekanizmaları geliştirmiş, hem de ara ara tamamen bir mezhep ve din olan Şia ile alışverişe girmiştir. “Biz de Müslümanız” bu etki ve korunma mekanizmalarından bakıldığında anlaşılır bir durum.

Ancak dayanakları çok zayıf. Her kültürde, sömürü düzeniyle bütünleşen tek tanrılı din kurumunun dışında ve ona karşı, bir ayağını dinselliğin içine diğer ayağını komünal geleneklere basan toplumsal dinamikleri ayırt edebiliriz. Bunlar yerine göre daha dinsel veya daha komünal olabilir. İlkinde düzene eklemlenme ağır basar, ikincide direniş.

Alevilik, önceki yükselişleri bir kenara bırakın, 20. yüzyılın ikinci yarısında kente emek göçü, yeni şekillenen işçi sınıfı kültürü ve sosyalist aydınların, Nâzım’ın, Ruhi Su’nun ve sonra onlarcasının sağlam müdahalelerinin sınırlarını çizdiği bir iklimde “kimlik” kazandı. O zamandan beri Alevilik köylü direnişi değildir.

20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında sermaye düzeniyle bütünleşen bir Alevi burjuvazisi direnişçi, sol kimliği kuşatmış, liberal kimlikçilik ile örgütlülüğü baskı altına almış, gecekondu bölgelerine önce kaçak apartmanlar sonra siteler dikmiş, hareketin öne çıkan unsurlarını devşirmiştir. Bugün “Alevilik dindir” tezi bu sermaye fraksiyonunun sloganıdır.

Başkaları yani birkaç on yıl öncesinde takılıp kalanlar, Aleviliğin hâlâ sınıfsız imtiyazsız bir toplum olduğu fikriyle kendilerini avutabilirler. Avrupa’daki gibi “özgür bir azınlık cemaati” olmak için pazarlık masasına gözlerini dikebilirler. Bunlar cemevlerini ibadethaneye ve işletmeye çeviriyorlar…

Dayanakları pek zayıftır. Tarihsel Aleviliğin içinde sömürü düzenine ve onun dinsel ideolojisine direnen bir halk dayanışması, zulme başkaldırı vardı. Dinselleşme son çeyrek yüzyılın eklentisidir.

***

Ama tarihin bugün hangi teze daha çok enerji sağladığı bir yana, apaçık güncel gerçeklerle karşı karşıyayız. Bunları not edip bitiriyorum.

Bir: Türkiye’de İslamcı faşizmin karşısında modern kent yaşamı, onun parçası olan işçi sınıfı, çekirdeğini emekçilerin oluşturduğu kadınlar ve diğerlerinin yanı sıra bir de Aleviler var. Aleviliğin İslamcı inşa faaliyetine “biz de bir başka diniz” diye direnmesi imkansızdır. Bu yaklaşım AKP’nin biraz frenlenmesi, azıcık uzlaşması, hafif reformdan geçirilmesiyle uyumlulaşır. Erdoğansız Alevilik; anlayacağınız…

İki: Buradan mücadelecilik ve kitlesellik, zaten 2013 yazından beri çıkmıyor. Nedeni sade. Alevi tabanı “biz de bir diniz” diye harekete geçmez. Örgütlülük anında daralır. Bu daralma bir yandan kitle refleksi diğer yandan Alevi sermayesinin tercihidir. Mücadele solla, sosyalizmle olur.

Üç: Bir din ve alt-kimlik olarak Aleviliğin yerleşiklik kazanmasının felakete götüreceğini en iyi yoksul Alevi emekçileri hissedeceklerdir. Dinler ve kimlikler böler, kamplaştırır, izole eder. Sünni kimliğiyle boy ölçüşmeye kalkan Alevilik katliamlara hedef olur. Çoğunlukla ve devlet gücüyle başa çıkmak güçtür. Emekçi halkla bütünleşmeyi gerektirir.

Alevilik ancak daha büyük ve hakiki dinamiklerle bütünleştiğinde, bir dere olarak büyük bir ırmağın parçası olduğunda barışa, özgürlüğe kavuşabilir, kendini gerçekleştirebilir.

Ve zaten bu süreç işliyor. Alevi sermayesi gericilikle uzlaşma kapısını tıklatmakta ve bu arada kent rantından payını istemektedir. Alevi emekçileri ise ondan çok önce sınıf mücadelesinde yerlerini almaya, sosyalizmi beslemeye başlamışlardı. Çıkış bu son kanaldadır.